yandex
Hayalinizdeki Düğün Artık Daha Kolay | Çağlar Tuncer | Köşe Yazıları | Niğde Anadolu Haber
  • DOLAR
    35,8273
    %0,20
  • EURO
    37,1868
    %-0,26
  • G. Altın
    3.225,48
    %0,32
  • Ç. Altın
    5.153,04
    %0,97
  • BIST
    10.104
    -0.77
  • BITCOIN
    100,603.653
    -0.6
  • ETHEREUM
    3,118.608
    -1.05
  • DOLAR
    35,8273
    %0,20
  • EURO
    37,1868
    %-0,26
  • G. Altın
    3.225,48
    %0,32
  • Ç. Altın
    5.153,04
    %0,97
  • BIST
    10.104
    -0.77
  • BITCOIN
    100,603.653
    -0.6
  • ETHEREUM
    3,118.608
    -1.05
Çağlar Tuncer

Hayalinizdeki Düğün Artık Daha Kolay

: 29-01-2025

Evlilik, iki insanın hayatlarını birleştirdiği, büyük mutlulukların ve yeni başlangıçların yaşandığı özel bir süreçtir. Ancak düğün hazırlıkları, çiftler için çoğu zaman stresli ve karmaşık olabilir. Gelinlik ve damatlık seçiminden düğün organizasyonuna, çeyiz alışverişinden ev dekorasyonuna kadar birçok detayın eksiksiz olması gerekir. Üstelik sadece fiziksel hazırlıklar değil, evlilik öncesi psikolojik hazırlık da büyük önem taşır. İşte tam da bu noktada, Niğde’de ilk kez düzenlenecek olan Düğün Hazırlıkları Fuarı, çiftlerin düğün öncesi tüm ihtiyaçlarını tek bir çatı altında toplarken, evlilik yolunda sağlıklı bir başlangıç yapmalarına da destek olacak. 6-9 Şubat 2025 tarihlerinde Prenses Çırağan Balo ve Düğün Kompleksi'nde gerçekleşecek olan bu etkinlik, düğün sektörünün en önemli markalarını bir araya getirmekle kalmayacak, aynı zamanda aile danışmanları ve psikologların katılımıyla evliliğe dair bilinçlendiren panellere de ev sahipliği yapacak.

Bu fuar, evlilik hazırlıkları yapan çiftler için olduğu kadar, düğün sektöründe hizmet veren firmalar için de büyük bir fırsat sunuyor. Gelinlik moda evlerinden organizasyon şirketlerine, davetiye tasarımcılarından düğün salonlarına, çeyiz ve ev dekorasyonu firmalarına kadar her sektörden öncü markalar burada buluşacak. Düğün gününü unutulmaz kılmak için her detayı titizlikle planlayan çiftler, en şık takıları, mücevherleri, çiçekleri ve tamamlayıcı aksesuarları inceleme fırsatı bulacak.

Evlilik süreci sadece düğün günüyle sınırlı değildir; aynı zamanda yeni bir yuva kurma sürecini de kapsar. Bu yüzden fuarda, mobilya, ev tekstili, beyaz eşya, halı, mutfak ve banyo ekipmanları gibi birçok ürün yer alacak. Yeni ev kuracak çiftler, en kaliteli ürünleri en uygun fiyatlarla bulabilecek ve birçok firma özel fuar indirimleri sunacak.

Düğün günü, gelin ve damat için hayatlarının en özel anlarından biridir. Bu nedenle fuarda, kuaförlerden makyaj sanatçılarına, güzellik salonlarından cilt bakımı uzmanlarına kadar birçok sektör profesyoneli de yer alacak. Gelinler, düğün günlerinde ışıl ışıl bir görünüme kavuşmak için en iyi makyaj ve saç tasarım hizmetlerini yakından tanıma fırsatı bulacak. Ayrıca gelinlik ve damatlık seçimi kadar önemli olan ayakkabı, iç giyim ve aksesuar markaları da en yeni trendleri çiftlerle buluşturacak.

Evlilik öncesi ve sonrası dönemde çiftlerin yaşayabileceği sorunlara ışık tutacak paneller de bu fuarın en dikkat çeken bölümlerinden biri olacak. Düğün stresi nasıl yönetilir, evlilik öncesi psikolojik hazırlık nedir, sağlıklı bir evliliğin sırları nelerdir, ilişkide empati ve doğru iletişim nasıl sağlanır gibi konular, alanında uzman aile danışmanları, psikologlar ve ilişki uzmanları tarafından detaylı bir şekilde ele alınacak. Bu sayede çiftler sadece düğün hazırlıklarını tamamlamakla kalmayacak, aynı zamanda evliliğe bilinçli ve güçlü bir başlangıç yapma fırsatı yakalayacak.

Niğde’de ilk kez gerçeklşecek olan bu  organizasyonun arkasında, Seel Ajans bulunuyor. Ajansın kurucuları Serdar Güleş ve Elif Güleş, fuarın Niğde’ye sağlayacağı katkının büyük olacağını belirtiyor. Serdar Güleş, “Evlilik sürecinde çiftlerin tüm ihtiyaçlarını tek bir yerde karşılayabileceği bir fuar düzenlemek istedik. Niğde için büyük bir adım olacak bu organizasyon, düğün sektörünü ve evlilik hazırlıklarını yeni bir seviyeye taşıyacak” derken, Elif Güleş ise “Evlilik sadece düğün gününden ibaret değil. Biz, çiftlere hem düğün hazırlıklarında destek olacak hem de sağlıklı bir başlangıç yapmalarını sağlayacak bir ortam sunuyoruz” diyerek fuarın içeriğine dikkat çekiyor.

Ayrıca, bu özel organizasyonun basın iletişim danışmanlığını yürütüyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Ayrıca, Niğde Anadolu Haber Gazetesi, fuarın iletişim ve medya sponsoru olarak etkinliğin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak. Niğde Anadolu Haber, fuarın tüm gelişmelerini yakından takip edecek ve okurlarına en güncel bilgileri sunacak. Bu büyük organizasyonun bir parçası olmak için siz de şimdiden yerinizi ayırtın.

Düğününüzü hayallerinizdeki gibi tasarlamak, düğün sektöründeki en iyi markalarla tanışmak, saç ve makyaj uzmanlarıyla düğün gününüzü en özel şekilde planlamak ve ilişkinizi güçlendirmek için bu fuarı kaçırmayın.


İNSANLIK SINAVI: VEFA MI, NANKÖRLÜK MÜ?

İNSANLIK SINAVI: VEFA MI, NANKÖRLÜK MÜ?

MENFAAT VE ÇIKAR DÜNYASINDA VEFA HALA VAR MI?

Hayatta bazen en çok güvendiklerimizden, en yakınımızdan darbe yeriz. Zira insanı en çok tanıdıklarının ihanetleri yorar. İşte burada iki kavram çıkar karşımıza: vefa ve nankörlük. Bu iki kelime, yalnızca sözlük anlamıyla değil, insan ruhunun derinliklerinde de zıt kutuplarda yer alır. Birisi sadakat ve minnet duygusunu temsil ederken, diğeri bencilliğin, unutkanlığın ve vefasızlığın ta kendisidir. Peki, gerçekten vefalı insan ile nankör insan arasındaki fark nedir? Birlikte bu derin yolculuğa çıkmaya ne dersiniz.

Vefalı insan, kendisine yapılan iyilikleri, verilen emekleri ve gösterilen sevgiyi asla unutmaz. O, bir damla iyiliğin bile hakkını veren, hatırşinas bir gönüle sahiptir. Vefa, yalnızca dostluklarda değil, iş hayatında, aile ilişkilerinde ve hatta toplum içinde bile büyük bir değere sahiptir. Vefalı insan minnet duyar ve unutmaz, bir iyiliği asla göz ardı etmez. Küçük bir yardım bile olsa, bunu hatırlayıp karşılık vermeye çalışır. Sadakatlidir, dostluklarına, iş ilişkilerine ve ailesine bağlıdır, zorluk anında sırt çevirmez. Sözüne sadık kalır, verdiği sözleri yerine getirmek için çabalar, birine söz verdiğinde, ne pahasına olursa olsun yerine getirir. Geçmişi unutmaz, onu bugünlere getiren insanları hatırlar, onların yanında olmaya devam eder. Vefanın doğasında bir karşılık bekleme duygusu yoktur; bu yüzden vefalı insanlar her zaman çevrelerinde sevilen ve güvenilen bireyler olurlar.

Nankör insan ise yapılan iyilikleri unutan, kendisine verilen değeri hiçe sayan, menfaati bitince sırtını dönen kişidir. Bu tip insanlar, genellikle kısa vadeli düşünürler ve sadece kendi çıkarlarını ön planda tutarlar. Nankör insan iyiliği unutur, kendisine yapılan fedakarlıkları hatırlamaz ya da hatırlasa bile bunu önemsemez. Vefasızdır, zor zamanlarında yanında olan insanları, işleri yoluna girdiğinde unutur. Bencildir, önceliği her zaman kendisidir, başkalarının duygularını ve emeklerini umursamaz. Yüzüne güler, arkadan konuşur, gerçek dostluklara sahip değildir, ilişkilerini menfaati doğrultusunda şekillendirir. Nankörlük sadece bireysel ilişkilerde değil, toplumların tarihinde de büyük yıkımlara yol açmıştır. Bir devleti yükselten şey vefa ise, onu yıkan da nankörlük olmuştur. Büyük imparatorluklar, tarih boyunca vefalı yöneticiler sayesinde güçlenmiş, ancak nankör yöneticiler yüzünden çökmüştür.

Tarihte ve günlük hayatımızda bu iki kavramın çarpıcı örneklerine sıkça rastlarız. Bir düşünün, yıllarca sadakatle bir iş yerinde çalışan bir kişi, en ufak hatasında kapı önüne konulduğunda vefanın eksikliğini hissetmez mi? Ya da yıllarca dost bildiği biri, zor zamanında yüz çevirince insanın içi yanmaz mı? Öte yandan, Osmanlı padişahlarının eski vezirlerine duyduğu vefa, sadık dostların yıllarca süren dostlukları ya da bir öğrencinin, öğretmenine duyduğu minnet, vefanın en güzel örneklerindendir. Günümüzde iş dünyasında da vefa ve nankörlük kavramları sıkça karşımıza çıkar. Bir şirketin, yıllarca emek veren çalışanlarına karşı vefasızlık etmesi, iş etiğini zedeleyen bir durumdur. Tam tersi, çalışanına kıymet veren, onun emeğini takdir eden bir yönetici ise vefa sahibi olarak anılır.


Vefa, insanın ruhunu güzelleştiren, ilişkilerini sağlamlaştıran, toplumu ayakta tutan bir değerdir. Ancak günümüzde bu kavram giderek kayboluyor. Menfaatler ön plana çıkıyor, ilişkiler çıkar doğrultusunda şekilleniyor. Teknolojinin ilerlemesi, hızlı tüketim alışkanlıkları ve bireysel çıkarların öne çıkması, insanları vefadan uzaklaştırıyor. Bu noktada, hepimize düşen en büyük görev vefayı yeniden hatırlamak ve yaşatmak olmalıdır. Unutmayın, vefalı insan her zaman hatırlanır ve değer görür. Nankör insan ise er ya da geç yalnızlaşmaya mahkûmdur. İnsanlık, bir denge üzerine kuruludur ve bu dengeyi ayakta tutan şey vefadır. Toplum olarak daha güçlü ve güvenilir ilişkiler kurabilmek için vefayı içselleştirmeli, nankörlüğün zararlarını unutmamalıyız. Siz hangi tarafta olmak istersiniz? Sizce günümüzde vefa mı daha ağır basıyor, yoksa nankörlük mü? 



Yazının Devamı

İhmallerin Gölgesinde Yiten Hayatlar

Kış aylarının gözde tatil rotası Kartalkaya, geçtiğimiz gün tarifsiz bir trajediye sahne oldu. Grand Kartal Otel’de gece yarısı çıkan yangında 76 can, alevlerin arasında yok oldu. Hayatta kalanların gözyaşları ve geride kalan hikâyeler ise hepimizin yüreğini yaktı.

Bu olay, sadece bir yangın değil, aynı zamanda büyük bir ihmaller zincirinin acı sonucuydu. İster kabul edelim ister etmeyelim, ülkemizde yaşanan bu tür trajediler çoğu zaman kaderle açıklanır, sorumlulukların üzeri örtülür. Oysa ki ortada, alınmayan tedbirlerin, yapılmayan denetimlerin ve ertelenen görevlerin ağır faturası vardır.

Yangından kurtulanların anlattıkları, yaşanan çaresizliği gözler önüne seriyor. Çocukların çığlıkları, kaçışan insanların panik dolu halleri… Bu, bir doğa olayı değil; önlenebilir bir faciadır. Peki, neden önlenemedi? Yangın söndürme sistemleri çalışıyor muydu? Acil çıkış yolları güvenli miydi? O gece orada bulunan insanlar, bu soruların yanıtlarını bize hayatlarıyla ödedi.

Her felaket sonrası olduğu gibi, şimdi yine “Nasıl oldu?” ve “Neden önlenemedi?” diye soruyoruz. Ancak asıl soru şu olmalı: Biz bu soruları neden sadece felaketlerden sonra soruyoruz? Bu olayın ardından ders alacak mıyız, yoksa birkaç hafta içinde her şeyi unutup aynı ihmallerle yaşamaya devam mı edeceğiz?

Hayatını kaybedenlerin anısına duyduğumuz saygı, sadece onları rahmetle anmakla sınırlı olmamalı. Aynı acıların yaşanmaması için harekete geçmeliyiz. Çünkü her kayıp, ihmallerle dolu bir sistemin bizden kopardığı bir parçadır.

Kartalkaya’da yiten hayatlar, hepimize insan hayatının ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Ancak bu hatırlatma kalıcı olmalı. İnsan hayatını önceleyen sistemler kurmadıkça, denetimleri ciddiyetle yapmadıkça ve sorumluları hesap vermeye zorlamadıkça bu hikâyeler tekrar tekrar yazılmaya devam edecek.

Unutmayalım, felaketler kader değildir; ihmallerin bir sonucudur. Ve bu ihmaller, insanın vicdanında sonsuza dek kapanmayacak yaralar açar. Artık bu yaraları sarmak değil, yeni yaraların açılmasını önlemek için çalışmalıyız.

Kartalkaya’da kaybettiğimiz 76 canın hatırasına borcumuz budur. Geride kalanlara başsağlığı dilemekle yetinmeyelim; onların acılarını başka hayatlara taşımamak için üzerimize düşeni yapalım. Çünkü ihmalin bedeli, bir insan hayatı kadar ağırdır.

Yazının Devamı

Yapay Zeka mı, Yoksa Yatay Zeka mı?

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠Türkiye’de teknolojiye duyulan iştah büyüktür, hatta neredeyse doymak bilmez. “Yapay zekayla dünyayı değiştiriyoruz” iddialarıyla dolup taşan konferanslar, protokol konuşmaları, büyük umut vaat eden basın açıklamaları… Ama ne hikmetse, tüm bu “ilerleme” çabaları sonunda dönüp dolaşıp bir hayal kırıklığına, hatta bazen utanca dönüşüyor. Çünkü bizde yapay zeka, bir vizyon olmaktan çok bir vitrindir; işin özünü kaçırıp, gösterişle yetinmeyi seçenlerin ellerinde bir pazarlama aracına dönüşmüş durumdadır.
Bir yapay zeka uygulamasının peşine düşmek için önce şunu anlamamız gerekirdi: Yapay zeka öğrenir, analiz eder, geleceğe dair öngörüler sunar. Peki ya biz? Bizim “yatay zekamız” bu süreçleri geçip hemen çay demlemeye başlar. “Abi, bir tanıdık buluruz” anlayışıyla şekillenen yaklaşımımız, her sektörde ve her projede karşımıza çıkar. Teknoloji geliştirmek yerine, çözümü hep o tanıdıktan bekleriz. Algoritmalar mı dediniz? Bizde onun adı  “Bir arayalım bakalım kim ne yapabiliyor” diye çevrilir.
Türkiye’de dijital dönüşüm hikayeleri genellikle CEO’ların ve yetkililerin süslü laflarıyla başlar. Büyük bir lansman yapılır, şirket “geleceğin teknolojilerine yatırım yaptığını” ilan eder. Ama ertesi gün Instagram’da şirket çalışanlarının kahve keyfi paylaşımını görürsünüz: “Teknolojiyi bir de böyle sindiriyoruz!” Sorular sormaya başlarsınız. “Peki, yapay zekayı nasıl kullanıyorsunuz? Hangi veri setlerini analiz ediyorsunuz?” Gelen cevap genelde şu olur: “Şu an Excel’de bir şeyler deniyoruz. Ama ileride bakarız.” İşte bu kadar; geleceğe yatırım yapma hikayesi burada biter.
Bir diğer mesele, bürokrasinin yapay zeka girişimlerini boğmasıdır. Dünya, yapay zekayı trafiği yönetmekten hastalık teşhis etmeye kadar kullanırken, bizde yapay zeka hâlâ devlet dairelerinin kapısında “Beyefendi yanlış geldiniz, diğer binaya gidin,” diyen memur zihniyetine sıkışmış durumda. Gelişmiş ülkeler, karmaşık lojistik sorunlarını algoritmalarla çözüyor; biz ise hâlâ “Dolmuşçular emniyet şeridini kullansın, çözülür” mantığındayız.
Chatbot projeleri mi dediniz? Henüz o kadar ileri değiliz. Şimdilik vatandaşlar, devletle iletişim kurarken “dilekçe verdim ama dönüş olmadı” aşamasında takılı kalıyor. Gelişim hızımızı bu kadar yavaşlatan şey, teknolojiden çok, teknolojiyi anlamaya dair duyulan korkudur. Çünkü yenilik, sorumluluk gerektirir; biz ise sorumluluğu “Abi bir şekilde hallederiz” diyerek devretmeye bayılırız.
Yapay zeka, hatalarından ders çıkarmayı öğrenir. Buna makine öğrenimi deriz. Ancak bizim yatay zekamızın en büyük özelliği, hatalarını inatla tekrar etmesidir. İş yerinde daha verimli bir yöntem önerdiğinizde alacağınız cevap bellidir: “Kırk yıllık ustalık var burada, sen mi öğreteceksin?” İnovasyon, tecrübeye yenilir; değişim fikri, “Biz hep böyle yaparız” diyerek reddedilir.
Bu direnç, sadece bireysel seviyede değil, toplumsal seviyede de karşımıza çıkar. Eğitimde, sağlıkta, sanayide yapay zeka uygulamaları yerine geleneksel yöntemlerin inadı sürdürülür. Çünkü yeniliğe açık olmak, hataları kabul etmeyi ve sorumluluğu üstlenmeyi gerektirir. Biz ise bu konfor alanından çıkmak istemeyiz.
Yapay zeka konusunda bu kadar geride kalmamızın bir başka sebebi, kendimizi fazlasıyla ciddiye almamızdır. İleri teknoloji projeleri hakkında konuşurken büyük laflar eder, ama iş uygulamaya gelince gerçeklerle yüzleşmek istemeyiz. Ve işin ironik yanı, bu trajik durumun bizi asla rahatsız etmemesidir. Her başarısızlık, yeni bir bahaneyle geçiştirilir; her hata, “Zaten biz böyle iyiyiz” diye savunulur.
Belki de yapay zeka alanındaki en büyük başarımız, chatbotları yanlış anlamak olurdu. “Selam bacım, nasılsın?” diye mesaj atılan bir yapay zeka asistanı hayal edin. İşte biz, teknolojiyi böyle komik durumlara düşürebilen bir toplumuz.
Sonuç olarak, Türkiye’nin yapay zeka serüveni, trajik olduğu kadar utandırıcı bir tablo sunuyor. Gelişmek isteyen bir toplumun değişime bu kadar direnirken, aynı zamanda ileri teknolojiyi konuşmakta bu kadar hevesli olması bir paradoks yaratıyor. Biz, yapay zekayı vitrinde sergilerken yatay zekamızla o vitrini süpürmeye devam ediyoruz. Belki de en büyük sorunumuz şu: Gerçekle yüzleşmek yerine, masallarla kendimizi avutmayı seçiyoruz.
Trajik mi? Evet. Utandırıcı mı? Fazlasıyla. Ama belki de bizim en büyük başarımız, bu başarısızlığa bile gülerek bakabilmek. Çünkü bizde inovasyonun bir adı daha vardır: “Hallederiz abi”

Yazının Devamı

"SAVAŞIN GÖLGESİNDE İNSANLIK, BARIŞIN GÖLGESİNDE HAYATLAR”

Düşünün ki, bu sabah, dünyanın herhangi bir yerinde bir çocuk, uyanmadan önce açlıktan son nefesini verdi. Bir kadın, bir sınır kapısında beklerken umudunu kaybetti. Bir baba, savaşın paramparça ettiği bir şehrin enkazında ailesini arıyor. İnsanlığın üzerinde kara bulutlar dolaşıyor, ama biz çoğu zaman sadece kendi gökyüzümüze bakıyoruz.

Her yeni gün dünyada savaşların, krizlerin ve trajedilerin yol açtığı sessiz çığlıklar yankılanıyor ve her gün yeni bir güne uyanamadan sabahlar olmuyor. Suriye’de harabeye dönen kentler, Ukrayna’nın bombalarla kararan gökyüzü, Yemen’in açlıkla mücadele eden çocukları, İsrail’in Gazze Saldırıları, Dünya ülkeleri arasındaki siber savaşlar ve daha niceleri. Bu trajediler, insanlığın ortak acıları ama bir o kadar da unuttuğu hikâyeleri. Her biri bir insanlık sınavı, her biri bir utanç vesikası.

Türkiye ise bu hikâyelerin bir kavşak noktası. Güney sınırlarımızın hemen ötesinde, savaşın harladığı ateş hâlâ yanıyor. Milyonlarca mülteci, umutla yeni bir hayat ararken, toplumun büyük bir kısmı kendi sıkıntılarıyla boğuşuyor. Bir yanda yükselen hayat pahalılığı, diğer yanda artan işsizlik... Sessizce büyüyen öfke, insanlığımızı sınıyor

Niğde’de ise dünya çok uzaktaymış gibi bir sessizlik hâkim sadece cep telefonu ekranlarından ve televizyondan bu süreçleri takip eden ve sessiz kalan bir kitle hakim. Fakat bu sessizlik, o çığlıkların burada yankılanmadığı anlamına gelmiyor. Göç eden ailelerin gözlerindeki korku, işsiz bir gencin sessiz isyanı, geçim derdindeki bir esnafın derin iç çekişi... Bunlar savaş değil belki, ama trajedinin bir başka yüzü olarak Niğde’de karşımıza çıkıyor.

Geleceğimizin yok olma tehlikesi olan İklim krizi ise herkesin göz ardı ettiği bir başka savaş. Su için verilen mücadeleler, tarım arazilerinin yok olması, artan kuraklık... Doğanın sessiz çığlıkları, insanlığın sonunu getirecek belki de. Ama kimse duymuyor.

Bugün insanlık bir yol ayrımında. Ya bu çığlıkları duyacağız ve birlikte bir gelecek kuracağız ya da bu yangında hepimiz yanacağız. Umut etmek yetmez, harekete geçmek zorundayız. Çünkü bu dünya bizim, bu sessiz çığlıklar ise hepimizin sorumluluğu.



Yazının Devamı

Çocuklarımız Kime Emanet?

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠Yeni bir yıl, yeni umutlar… Her yeni başlangıç, çocuklarımızın geleceğine dair hayaller kurmak için bir vesile. Ancak bu umut dolu hayallerin tam ortasında karşımıza çıkan bazı haberler, yüreğimizi burkuyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ile imzaladığı protokol, eğitim sistemimizin politik ideolojilere nasıl teslim edildiğini açıkça ortaya koyuyor.
Bu protokole göre, Ülkü Ocakları, MEB’e bağlı okullarda kurs açabilecek, etkinlik düzenleyebilecek ve yaygın eğitim faaliyetleri gerçekleştirebilecek. İl Milli Eğitim Müdürlükleri ise bu süreci denetlemekle yükümlü olacak. Kısacası, çocuklarımızın eğitim aldığı kurumlar, bir ideolojik teşkilatın faaliyet alanına dönüştürülecek. Bu gelişme, eğitimin tarafsızlığı ve bilimselliği konusunda zaten var olan kaygıları derinleştiriyor.
Eğitimin en temel amacı, bireylere eleştirel düşünme becerileri kazandırmak, bilimsel ve sanatsal bir bakış açısı geliştirmelerine olanak tanımaktır. Ancak Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır süregelen ideolojik müdahalelerle evrensel değerlerden uzaklaşmış durumda. Cemaatler, tarikatlar ve şimdi de siyasi teşkilatlar, eğitim alanında etkinlik göstermeye başladı. Bu durum, çocuklarımızın özgürce düşünebilme ve sorgulayabilme yetilerini köreltebilir; çünkü ideolojik bir bakış açısına dayalı eğitim, bireylerin düşünce ufkunu daraltır ve onları eleştirel birer birey olmaktan alıkoyar.
Eğitimde ideolojilere yer olmamalıdır. Hangi görüşe dayanırsa dayansın, eğitim politik bir alana çekildiğinde, bireylerin özgür iradeleri yok sayılır. Oysa çocuklarımızın birer birey olarak yetişmesi, gelecekte güçlü bir toplumun temellerini atmamızın yegâne yoludur.
Çocuklar, toplumu şekillendiren en saf unsurlardır. Onların henüz gelişim çağında bir ideolojiye yönlendirilmesi, sadece bireysel gelişimlerine değil, aynı zamanda toplumsal barışa da zarar verecektir. Farklı ideolojilerle büyüyen bireyler, kutuplaşmış bir toplumun temelini atar. Oysa çocuklarımızın, hangi görüşe sahip olursa olsun, hiçbir politik ideolojinin parçası haline getirilmemesi gerekir. Eğitim kurumlarının, bilimsel bilgi ve evrensel değerlerle donatılmış bir nesil yetiştirmesi temel hedef olmalıdır.
Bugün yaşananlar, çocuklarımızın tarafsız bir eğitim alması gerektiği konusundaki inancımızı bir kez daha hatırlatıyor. Ancak bu inanç, hayata geçirilmeyen politikalar ve ideolojik müdahalelerle sürekli zedeleniyor.
Protokolde, Ülkü Ocakları’nın faaliyetlerinin İl Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından denetleneceği belirtiliyor. Ancak daha önceki örneklerden biliyoruz ki bu tür denetimler genellikle formalite düzeyinde kalıyor. Gerçek anlamda bir denetim mekanizması kurulmadığı sürece, bu faaliyetlerin tarafsız ve bilimsel bir zeminde yürütüleceği konusunda güven duymamız mümkün değil.
Düzenlenecek etkinliklerin içeriği ne olacak? Çocuklarımıza ne tür bilgiler verilecek? Bu bilgiler hangi denetim süreçlerinden geçecek? Tüm bu soruların yanıtları hâlâ belirsizliğini koruyor. Eğitimde şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlanmadan, bu tür adımlar çocuklarımızın geleceği için ciddi bir tehdit oluşturmaya devam edecek.
Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır farklı ideolojik ve siyasi müdahalelere maruz kaldı. Cemaatler ve tarikatların eğitim alanındaki etkileri, geçmişte toplumun birçok kesiminde rahatsızlık yaratmıştı. Şimdi ise bir siyasi teşkilatın, eğitim politikalarının bir parçası haline getirilmesi, geleceğimizi daha da belirsiz bir noktaya taşıyor.

Eğitim, toplumun geleceğini inşa eden bir araçtır. Bu nedenle bilimsel, tarafsız ve evrensel bir anlayışla şekillendirilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı, protokollerle değil, nitelikli ve sürdürülebilir eğitim reformlarıyla gündeme gelmelidir. Çocuklarımızı kutuplaşmış bir geleceğe değil, birlik ve beraberlik içinde yaşayacakları bir dünyaya hazırlamalıyız.
Veliler, öğretmenler ve toplumun tüm kesimleri, bu konuda sorumluluk almalıdır. Çocuklarımızın ideolojik çatışmaların bir parçası yapılmaması için sesimizi yükseltmeliyiz. Çocuklarımızın geleceğini korumak, sadece bireysel bir sorumluluk değil, toplumsal bir görevdir. Eğitim politikaları, siyasi ve ideolojik kaygılardan arındırılmalı; bilim, sanat ve evrensel değerler üzerine inşa edilmelidir.
Unutmayalım, eğitim geleceğimizdir. Ve geleceğimizi ideolojilere teslim edemeyiz. Geleceğe umutla bakabilmek için çocuklarımızı, hak ettikleri nitelikli ve tarafsız eğitimle buluşturmalıyız. Ancak o zaman yeni yıllar, gerçek anlamda yeni umutlar getirebilir.

Yazının Devamı
Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır Dada Medya
Web Tasarım - Sosyal Medya Yönetimi - Reklam Ajansı - Video Çekim - Grafik Tasarım - Niğde Ajans