yandex
AYHAN ŞAHENK | Sedat Çağlar | Köşe Yazıları | Niğde Anadolu Haber
  • DOLAR
    38,4487
    %0,10
  • EURO
    43,6901
    %-0,13
  • G. Altın
    4.056,77
    %-1,05
  • Ç. Altın
    6.651,81
    %0,00
  • BIST
    9.51
    0
  • BITCOIN
    93,633.489
    0.77
  • ETHEREUM
    1,773.45
    0.41
  • DOLAR
    38,4487
    %0,10
  • EURO
    43,6901
    %-0,13
  • G. Altın
    4.056,77
    %-1,05
  • Ç. Altın
    6.651,81
    %0,00
  • BIST
    9.51
    0
  • BITCOIN
    93,633.489
    0.77
  • ETHEREUM
    1,773.45
    0.41
Sedat Çağlar

AYHAN ŞAHENK

: 27-01-2025

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Ayhan Şahenk)(1929- 2001)


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan altı yıl geçmesinden sonra 1929 yılında küçük bir Anadolu şehri olan Niğde’de dünyaya gelmiştir. I. Dünya Savaşı ve sonrasında Kurtuluş Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti yıkılmış ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Ülkenin nüfusunun büyük bölümü savaşlarda şehit olmuştur. Bu yüzden ülkenin nüfusu da oldukça azdır. Savaş yorgunu olan ülkenin ekonomisi de zor durumdadır.

            Ayhan Şahenk işte böyle bir ortamda dünyaya gelmiştir. Dokuz yaşındayken Türkiye’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk vefat etmiştir. Ayhan Şahenk çocukluk yıllarında II. Dünya Savaşına da şahit olmuştur. II. Dünya Savaşının en ağır dönemlerinde karne ile ekmek dağıtıldığı bir dönemi bizzat yaşamıştır. Türkiye II. Dünya Savaşına girmese bile savaşın ağır ekonomik koşullarını yaşamıştır. Ayhan Şahenk gençlik yıllarına geldiğinde Türkiye tek partili hayattan çok partili hayata geçmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu güne iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı Demokrat Partiye teslim etmiştir.

            İşte takvimler 1950’li yılını gösterdiğinde Ayhan Şahenk Ankara Üniversitesinde okuyan bir öğrencidir. Ayhan Şahenk; iş hayatına 13 Mart 1950'de Aydın/Çivril'deki Işıklı Göl ikinci kısım inşaatında başladı. Ankara Hukuk Fakültesinde hukukçu olmaya adaydı. Sömestr tatilinde eniştesi İnş. Yük. Müh. Reşat Azizoğlu'nun çağrısıyla şantiyeye gitti. Puantörlük, muhasebecilik, makine onarımı, planlama, alacak-verecek işleri dâhil inşaat müteahhitliğine işin mutfağından başladı. Doğayı tutku derecesinde seven Ayhan Şahenk şantiyelerden ayrılamadı ve kendi deyimiyle tam 18 yıl çizmelerini çıkarmadı. Kalkınmanın görünmez gücü ağır inşaat altyapı sektöründe, önceleri yönetici ve yapımcı olarak çalıştı, ortaklıklarla sürdürdü ve 17.06.1966'da Doğuş İnş. ve Tic. A.Ş.'yi kurdu.

(http://www.ayhansahenkvakfi.org.tr/html/ayhan_sahenk.html)

            İş hayatında başarılı olduğunu gören Ayhan Şahenk ticaretini iyice geliştirmeye ve büyütmeye başladı. Tarihler 1975 yılını gösterdiğinde Doğuş Holding A.Ş’yi kurdu.

 Ayhan Şahenk ‘in finans sektörüne yaklaşımı da 1950'li yıllarda başladı. İş dünyasında gelişmenin, güçlenmenin ve büyümenin mali kurumlarla ve finans sektörü ile bağlantılarını çok genç yaşlarda gözlemleyen, 1960'lı yıllarda arkadaşı Cahit Erginkan'dan 300.000 TL Yapı ve Kredi hisselerini alan Şahenk; 1970'li yıllarda, Türk özel bankacılığının unutulmaz ismi Kâzım Taşkent'in kurmuş olduğu, Türkiye'nin ilk özel bankasının (Yapı Kredi Bankası), en yüksek oranlı hissedarıydı. 1979'da Yapı ve Kredi hisselerinin önemli bir bölümünü Çukurova Grubu'na devretti ve İmar Bankasını devraldı, daha sonra Koç ve Sabancı Gruplarından Ekim 1983'de Garanti Bankası hisselerini aldı. 1984 Ekim'inde de İmar Bankası'nı Uzan Grubu'na sattı. 1980'li yıllarda, Türkiye'de "Pazar Ekonomisi" sistemi yürürlüğe girdi. Tüm sektörlerde var olmanın, büyümenin ve başarının kaynağı; ekonomide var olmak, ekonomide büyümek, ekonomide başarılı olmaktı. Ayhan Şahenk ağırlığı finans sektörüne verdi ve bu sektördeki pek çok kuruluşa ortak oldu. (http://www.ayhansahenkvakfi.org.tr/html/ayhan_sahenk.html)

Ayhan Şahenk, Otomotiv sektöründeki girişimlerine 1987'de Genoto'yu satın olarak başladı. General Motors ve Opel temsilcilikleriyle devam eden otomotiv çalışmaları; Audi, Seat, Skoda, Porsche otomobillerinin ve Scania kamyonlarının distribütörlüğüyle gelişti. Bu markalar arasına Volkswagen'in katılımıyla 1999'da Doğuş Otomotiv Holding A.Ş. kuruldu.

1991 yılı, dünya siyasi tarihi ve coğrafyasında önemli gelişmelere tanık olmuştu. Serbest pazar ekonomisinin yaygınlaşması, sınırsız ekonomiye yöneliş, bilgi çağı telekomünikasyon çağı, yeni ekonomik bir dönem başlattı.

Doğuş Grubu Şirketleri değişim ve uyum içeren yeni bir yapılanmaya yöneldi. Dikkatler yeni sektörlerde, iletişim ve hizmet sektöründe odaklaştı,

Ayhan Şahenk ve Aydın Doğan, 16.09.1993'de DTV Haber ve Görsel Yayıncılık A.Ş. adı altında Kanal D'ye iştirak ettiler. Doğuş Grubu Kanal D hisselerinin tamamı 1995'de Doğan grubuna devretti. Tematik TV, çağrı merkezi, kredi kartları, ATM makineleri, internet gibi iletişim ve erişim kanalları alt yapısı Doğuş Grubu bünyesinde oluşturuldu. Amaç, iletişim ve bilginin esas alındığı yeni yüzyıl ekonomisinde, bireye ulaşacak tüm dağıtım kanallarıyla aktif olmak, üretimle tüketiciyi yakınlaştırmaktı.

İxir Uluslararası Elektronik Ticaret Bilgisayar ve Haberleşme A.Ş.'nin kurulması (1999), Doğuş Grubu İletişim ve Yayıncılık A.Ş.'nin kurulması (1999) Sebit Eğitim ve Bilgi Teknolojileri A.Ş.'nin satın alınması (1999), E Haber Ajansı Reklam ve Ticaret A.Ş., CNBC-E (1999) ve NTV Haber Ajansı Rekl. ve Tic. A.Ş'nin (1999) Doğuş Grubuna katılımları ile Şahenk, yaşamı boyunca tüm işlerinde öncelik tanıdığı teknoloji ve iletişimin gücüne olan inancını bir kere daha kanıtlamıştır.(http://www.ayhansahenkvakfi.org.tr)

Ayhan Şahenk ilkeli, basiretli, ahlaklı duruşuyla birçok genç girişimciye rol model olmuştur. Kurmuş olduğu şirketlerde binlerce istihdam sağlamıştır. Yapmış olduğu işlerden hatırı sayılır vergiler ödeyerek ülke ekonomisine katkı sağlamıştır. İnşaat sektörü, finans sektörü, medya ve TV sektörü, gıda sektörü ve otomotiv sektörü gibi birçok sektörde kurmuş olduğu şirketlerde ülkemizin ticaretine lokomotif olmuştur. 

Ayhan Şahenk kurmuş olduğu vakıf ile birçok sosyal içerikli projeye de imza atmıştır. Dar gelirli öğrencilerin okutulmasından çevre ve doğa içerikli organizasyonlarına kadar birçok proje gerçekleştirmiştir.

            Ayhan Şahenk her zaman Niğde sevdasıyla yaşamıştır. Elinden geldiği kadar Niğde ile iletişim halinde olmuştur. Niğde’nin gelişimi için her daim bir şeyler yapma isteğinde bulunmuştur. Kurmuş olduğu Ayhan Şahenk Vakfı ile her Ramazan Ayında yoksul ve dar gelirli ailelere yardımda bulunmuştur. Babasının adıyla Faik Şahenk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesini yaptırmıştır. Yine babasının adıyla Niğde şehir merkezine bir kütüphane yaptırmıştır. Vefatından sonra oğlu Ferit Şahenk tarafından Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesine babasının adıyla Ayhan Şahenk Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesini yaptırmıştır. Yine Ayhan Şahenk ismiyle öğrenci yurdu yaptırmışlardır. Tarım Bilimleri Fakültesinde okuyan öğrencilere öğrenimleri bitene kadar aylık olarak burs vermektedirler. Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesine modern konferans ve sempozyum merkezi de kazandırmışlardır.

            Ayhan Şahenk 2 Nisan 2001 tarihinde geçirmiş olduğu kalp krizi sonucu 72 yaşında İstanbul’da vefat etmiştir. Ayhan Şahenk kendi vasiyeti üzerine doğduğu ve büyüdüğü, sevdalısı olduğu Niğde’ye defin olmuştur. Kabri Niğde şehir merkezinde bulunmaktadır.




                                                                       HAFTAYA DOĞAN BARAN 



ŞEHİT ALBAY NURİ PAMİR

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Nuri Pamir)

(1901 – 1952)

 Nuri Pamir Niğde’nin yetiştirmiş olduğu ve ismini tarihe altın harflerle yazdıran kahramanlardan bir tanesidir. Niğde’ye kahramanlar diyarı diye hitap edilirken bu cümlenin boş bir söyleyiş olmadığını en iyi ispatlayan isimlerden biri olmuştur.

            Osmanlı Devletinin yıkılış dönemine girdiği savaşların ve kayıpların yaşandığı bir dönemde 1901 yılında Niğde ilinin Bor ilçesinde dünyaya geldi. Babası tabur imamı olarak görev yapan Bekir Sıtkı Efendi’dir. Annesi ise Cemile Hanımdır. Çocukluk yıllarından gençlik yıllarına geçerken I. Dünya Savaşının bütün olumsuz etkilerini bizzat yaşamıştır. Şerefli bir Türk askeri olmayı hedeflemiştir. İlköğrenimlerini tamamladıktan sonra Kuleli Askeri Lisesine girerek Şerefli bir Türk Subayı olmak için eğitim almaya başlamıştır. 19 yaşındayken 1920 senesinde arkadaşları ile birlikte eğitim gördükleri Kuleli Askeri Lisesinden kaçarak Millî Mücadelenin merkezi olan Ankara’ya gelmişlerdir. Ankara’da kurulan düzenli ordunun emrine girerek Anadolu’nun düşman işgalinden kurtulması için birçok cephede savaşmışlardır. Savaştıkları cepheler arasında Güney Cephesi, Eskişehir, Sakarya ve Afyon bulunmaktadır. Kurtuluş Savaşının yaşandığı yıllarda canlarını hiçe sayarak imkânsızlıklar içerisinde büyük fedakârlıklarla cephelerde kahramanca çarpışmışlardır. Kurtuluş Savaşının bitmesi ile birlikte yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şerefli bir subayı olarak devletine ve vatanına hizmet etmeye başlamıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletine isyan eden ve devletine ihanet eden Kürt gruplar bulunmaktaydı. İhanet içerisinde bulunan bu Kürt çeteler yabancı devletlerin desteğini alarak isyan etmekteydiler. Bu isyanların sonucu olarak Kuva-yı Milliye sınırları içerisinde yer alan Musul’u ve Kerkük’ü kaybetmek zorunda kalmıştır. İstanbul’da bulunan 3. Kolordu Komutanlığına bağlı bir subay olarak görev yapmaktayken Doğu Anadolu Bölgesinde ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde çıkan isyanları bastırmak üzere görevlendirilmiştir. Yıllar süren bu isyanları bastırmak için bu bölgelerde kahramanca çarpışmıştır. İsyanların başarılı bir şekilde bastırılmasından sonra tekrar İstanbul’a dönmüştür. 1933 yılında başarılarının bir nişanesi olarak İstanbul Harp Okulu 5. Bölük Komutanı olarak atanmıştır. Daha sonra görev yaptığı İstanbul Harp Okulunun Ankara’ya taşınması ile birlikte Nuri Pamir de Ankara’ya taşınmıştır. Yaklaşık 5 yıl Ankara’da görevini sürdürdükten sonra Binbaşı rütbesine terfi etmiştir ve Adapazarı’na tayin olmuştur. 

1940 yılında ise Afgan Devleti'nin davetlisi olarak gittiği Kabil'de Afgan Harp Okulu'nda dört yıl hocalık yaptı. Afganistan'daki çalışmaları sonucu Afgan Devleti’nin büyük nişanlarından biri ile ödüllendirildi. Türkiye'ye dönüşünden sonra sırasıyla; Çankırı Atış Okulu Komutan Muavinliği, Yedek Subay Okulu Komutan Muavinliği ve Harp Okulu Alay Komutanlığı görevlerinde bulundu. Kore Savaşı'na katılan 241. Piyade Alayı'nın komutanı olarak 1951 yılında gittiği Kore'de sıcak savaş sırasında cephede 5 Haziran 1952 tarihinde şehit düştü Şehit Albay Nuri Pamir, gösterdiği kahramanlıklar ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki üstün çalışmalarından dolayı gerek yurt içinde ve gerek yurt dışında çeşitli madalyalarla taltif edilmiştir. Bunların başlıcaları arasında; İstiklal Madalyası, Türk Silahlı Kuvvetleri Liyakat Madalyası, Kore Savunma Bakanlığı Gümüş Yıldız Madalyası, Birleşmiş Hizmetler Üstün Hizmet Madalyası, Afgan Devleri Gümüş Nişanı yer almaktadır. Şehit Albay Nuri Pamir'in madalyaları, nişanları, şahsi eşyaları ve silahları, İstanbul’daki Askeri Müze’de korunmaktadır. Ankara'da Harp Okulu Müzesi’nde ve Bor'daki şehit Albay Nuri Pamir Lisesi'nde korunmaktadır. Ayrıca Ankara ve Çarşamba'da birer okul ve yine Ankara ve İskenderun'da birer caddeye ve İstanbul'da bir sokağa adı verilmiş olan Albay Nuri Pamir, şehit düştüğü Kore'de, Pusan‘da, Kore Harbi'nde şehit düşen Birleşmiş Milletler Askerleri için yapılan şehitlikte, yedi yüzü aşkın Türk şehidi arasında yatmaktadır (https://snpal.meb.k12.tr).


1950 yılında Kore’ye Tugay Komutan Yardımcı olarak tayin edildi. O zamanları, kızı Puna Pamir Endem şöyle anlattı:

Ben o zaman çok küçüktüm. Ama hatırlıyorum. O zamanlar Kore Savaşı ülkemizde ilgi çekiyordu. Basın da sürekli haber olarak bu konuya yer veriyordu. Babam, Kore’de 2 yıl kadar kaldı. Daha doğrusu dönüşüne çok az kala 1,5 ay kadar vardı, 5 Haziran’da cephede teftiş yaparken şehit düştü. Babam o güne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği en yüksek rütbeli şehit oldu. Hâlâ da Kore’deki en yüksek rütbeli şehit.”

Puna Pamir Endem babasının şehit düştüğünü öğrendikleri ilk anlar hakkında ise şunları söyledi:

“Babamın şehit olması sonrasında uzun süre ilgi devam etti. Bunda babamın asker olarak başarısının değil kişiliğinin de payının olduğunu düşünüyorum. Çünkü her zaman çok hatırşinas ve yumuşak bir insandı. Tabii ben de babamı hatırlıyorum. Ölüm gününü de çok iyi hatırlıyorum. O gün annem dışarıdaydı, 5 Haziran günüydü. Ben de 6 yaşıma yaklaşmıştım. Ama olay hâlâ hafızamda çok canlı. Annem eve girdi. Hatta başında bir şapkası vardı. Onu çıkardı koydu. Sonrasında hemen gitti akşam 19.00 haberleri için radyoyu açtı. Biz ilk haber olarak babamın ölümünü radyoda duyduk. Tabii bunu duyan eş dost herkes anında eve geldi. Uzun bir yas dönemiydi. Şehit ailesi olmak çok zor. Acıları hâlâ içimde yaşatıyorum.”


Nuri Pamir’in 1952 yılında Kore’de şehit olması Türkiye kamuoyunda olduğu kadar uluslararası alanda da geniş bir yer bulmuştur. Birleşmiş Milletler Atlantik Orduları Başkomutanı aileyi ziyarete gelmiştir, dönemin ABD Başkanı ise bir taziye mektubu göndermiştir.


Kore’de 316 gün: Nuri Pamir


 (Amerika Birleşik Devletleri Başkanının Şehit Nuri Pamir’in ailesine gönderdiği taziye mektubu)


Amerika Birleşik Devletleri Başkanının Şehit Nuri Pamir’in ailesine gönderdiği taziye mektubunun tercümesi:

“20 Temmuz 1942 tarihli Kongre Yasası ile yetkilendirilen Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, ölümünden sonra Liyakat Nişanı, Lejyoner Derecesi ile ödüllendirildi.

Albay Nuri PAMİR, TÜRK ORDUSU

Olağanüstü hizmetlerin yerine getirilmesinde olağanüstü övgüye değer davranış için:


Albay Nuri Pamir, Piyade, Türk Ordusu Birinci Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı üyesi 5 Eylül 1951’den 5 Haziran 1952’ye kadar Kore’deki askeri operasyonlar sırasında olağanüstü hizmet performansıyla olağanüstü övgüye değer davranışıyla öne çıktı. Türk Tugayı’nın 241. Piyade Alay Subayı, üstün liderlik ve mesleki yetenek sergiledi. Albay Pamir, yakın denetim, birliğinin en ileri unsurlarına sık sık ziyaretler ve ön hatlarda gözlem uçuşları sayesinde, Türk Tugayı’nın 25. Piyade Tümeni’ndeki hat savunması ve yerel saldırılar döneminde iyi bir lider anlayışı ve savaş etkinliği elde etti. 5 Eylül – 30 Kasım 1951 tarihleri arasında Kumhwa-Chorwon bölgesinde, 1 Aralık 1951’de birliğin yeniden düzenlenmesi üzerine Albay Pamir, Tugay Komutan Yardımcısı oldu. Birliklerin operasyonları üzerindeki teftişleri ve denetimi, Tugayda üstün savaş etkinliğinin sürdürülmesinde olağanüstü yardımda bulundu. Albay Pamir’in sergilediği liderlik, cesaret, enerji ve sağduyu, askerlik hizmetinin yüksek geleneklerini sürdürmekte ve kendisine ve Türk Ordusuna büyük itibar kazandırmaktadır.”.

İmza 

ABD Başkanı

Beyaz Saray


Pamir’in şehit düşmesinden sonra ailesine bir teklif gelir. Yetkililer naaşı Türkiye’ye getirmeyi teklif eder. Puna Pamir Endem o süreç şöyle anlattı:

“Kore’de yaklaşık 700 Türk askeri şehit oldu. Orada güzel bir Türk Şehitliği yapıldı. Yetkililerin babamın naaşını Türkiye’ye getirmelerini teklif etmelerine karşın annem ‘hayır’ cevabını verdi. Çünkü annemin babası da bir şehit. Bu yüzden “şehit düşen şehit düştüğü yerde kalır. Diğer askerlere haksızlık olur.” diye reddetti. Böylece babamın töreni Kore’de yapıldı.”

Nuri Pamir’in şehit düşmesi sonrasında pek çok okula, caddeye, sokağa ismi verildi. Bugün hâlâ birçok yerde Türkiye Cumhuriyeti’nin Kore’deki en yüksek rütbeli şehidi Albay Nuri Pamir’in ismi yaşatılmaya devam etmiştir (https://www.trthaber.com/haber/yasam/korede-316-gun-nuri-pamir-418224.html).

            

 (Şehit Albay Nuri Pamir’in Cenaze Merasimi)


Kore’de 316 gün: Nuri Pamir

 (Şehit Albay Nuri Pamir’in Cenaze Namazı Kılınmıştır)


Şehit Albay Nuri Pamir doğduğu ve çocukluk yıllarına geçirdiği Niğde ilinin Bor ilçesinde hâlâ saygı ve minnetle anılmaktadır. Bor ilçesinde ismi Bor Şehit Nuri Pamir Anadolu Lisesinde yaşatılmaktadır. Ayrıca Ankara Mamak Şehit Nuri Pamir Lisesi, Ankara Keçiören Nuri Pamir Caddesi, Ankara Türközü Şehit Nuri Pamir Lisesi, Çarşamba Şehit Nuri Pamir İlkokulu, Bor Şehit Albay Nuri Pamir Kışlasında ismi yaşatılmaktadır. “316 Gün Küçük Kartal’ın Kore Günlüğü Albay Nuri Pamir’in Kore Savaşı Günlüğü ve Mektupları” isimli bir kitabı kızı Puna Pamir ve Erhan Çiftçi ortaklaşa hazırlanmış ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Bu kitapta Nuri Pamir’in eşiyle yazıştığı mektuplar da bulunmaktadır. 

Kore Savaşı esnasında Türk askerleri bir Koreli kızı koruma altına almıştırlar ve ismini de “Ayla” koymuşturlar.15 ay boyunca Ayla'nın bakımını üstlenen Süleyman Astsubay'ın artık Türkiye'ye dönmesi gerekmektedir. Devamında üst düzey kişilerin de devreye girmesiyle Ayla,

Kore'deki Türk askerî misyonunca kurulmuş olan Ankara Okuluna başlar. Ayla'yı bırakıp gitmek istemeyen Süleyman Astsubay, onu Türkiye'ye götürmek için birçok yolu dener. Hatta Ayla'yı bir bavulun içine koyup kimselere fark ettirmeden götürmeye bile kalkışır, fakat bir türlü Güney Kore yasalarını aşıp Ayla'yı Türkiye'ye dönerken yanına alamaz. Ayla filmin başrollerini İsmail HacıoğluKim SeolÇetin TekindorLee Kyung-JinAli Atay ve Murat Yıldırım paylaşmaktadır (https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayla_(film). 


Resim


(Ayla ve Şehit Albay Nuri Pamir birlikte)



(Devlet Arşivleri)


HAFTAYA; ÖMER HALİSDEMİR



Yazının Devamı

RATIPZADE MUSTAFA EFENDİ (MUSTAFA SOYLU)

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Mustafa Soylu)

(1883 – 1920)

            Mustafa Soylu bir Millî Mücadele kahramanı olarak ismini ölümsüzleştirmiştir. I. Dünya Savaşı ile birlikte ülkemizin her yanı düşman işgaline uğradığında hiç düşünmeden vatan savunması için Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğini yaptığı Millî Mücadele hareketinin yanında yer almıştır. 

            Mustafa Soylu 1883 yılında Niğde’de dünyaya gelmiştir. Babası Ratıp Efendi’dir. Annesi Zarife Hanım’dır.  Mustafa Soylu evli ve beş çocuk babasıdır. Ancak araştırmalarımızda eşinin ismine rastlayamadık. İlk ve orta öğrenimini memleketi olan Niğde’de tamamlamıştır. O dönemin şartlarında Niğde’de lise bulunmadığından dolayı lise tahsili için Konya’ya gitmiştir. Konya İdadisine başlamıştır. Ancak çeşitli sebeplerden öğrenim hayatına devam edememiştir ve lise eğitimini 1. sınıftan itibaren terk etmek zorunda kalmıştır. Memleketi Niğde’de “Nâfıa Kalemi” bugünkü adıyla Bayındırlık Bakanlığına bağlı memur olarak çalışmıştır. Bu görevden sonra Niğde Muhasebe Kalemi Başkâtipliği görevini yürütmüştür. “Maârif Dairesi”  bugünkü adıyla Millî Eğitim Müdürlüğünde Muhasebe ve Tahrirat Başkâtipliği görevinde çalışmıştır. Ayrıca Dârü'l Hilâfe Medresesi Öğretmeni olarak da bir dönem görev yapmıştır. Mustafa Soylu o dönemde iyi düzeyde Arapça ve Farsça bilmekteydi. Bu konularda da öğretmenlik yapmıştır. 

            Mustafa Soylu bu görevlerini yürütürken Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşından mağlup olarak çıkmıştır. Osmanlı I. Dünya Savaşı sonrasında galip gelen devletler olan İtilaf Devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamıştır. Mondros Ateşkes Antlaşmasında bulunan maddeler gereği Anadolu fiilen işgal edilmeye başlanmıştır. Ayrıca Osmanlı ordusu da dağıtılmıştır. Böyle bir dönemde Mustafa Kemal Atatürk tarafından gelen çağrıya kulak vererek Sivas’ta toplanacak olan Sivas Kongresine Niğde’yi temsilen Niğde Delegesi olarak katılmıştır.

O dönemde Yunanlılar, İzmir ve çevresini, İngilizler İstanbul başta olmak üzere Samsun Musul ve Urfa Çevresini, İtalyanlar, Konya ve çevresini, Fransızlar Adana ve Antep çevresini, Ermeniler ise Kars’ı işgal etmişlerdi. Fransızlar da Adana’dan sonra Pozantı’ya kadar işgali genişletmişlerdi. Artık Niğde’nin işgal edilmesi an meselesi olmasından dolayı Pozantı’da Fransızlara karşı mücadele etmeye başlamışlardır. Kahraman Niğde’miz vatanın kurtuluşu için açılmış olan bütün cephelere asker göndermiştir. Pozantı’nın düşman işgalinden kurtulması için verilen mücadeleye Niğdeli kahramanlar fiilen katılmışlardır. Mustafa Soylu vatanın bu durumda kurtulması için o dönem Niğde’de liderlik görevini üstlenenlerden biri olmuştur. Sivas Kongresi Delegeliğinden sonra kurulan Temsil Heyetinde Niğde’yi temsil etmeye devam etmiştir. Temsil heyetinden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinde yine Niğde’yi temsilen görev almıştır. 

Mondros Ateşkes Antlaşması maddeleri gereği 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul fiilen işgal edilmiştir. İstanbul’un fiilen İngilizler tarafından işgal edilmesi demek saltanatın ve Osmanlı Mebuslar Meclisinin İngiliz kontrolüne girmesi demekti. İstanbul’un işgal edilmesi üzerinden çok geçmeden 11 Nisan 1920 tarihinde Osmanlı Mebuslar Meclisi kapatılmıştır. İstanbul’daki Osmanlı saltanatı işgal altında olduğu için ve orduları dağıtıldığı için zaten savaşacak durumda değildi. O zaman halk kaderi ile baş başa kalmış ve kurtulacaksa da kendi çabaları ile kurtulacaktı. İşte Temsil heyetinin başında Mustafa Kemal’in komuta ettiği düzenli ordu kurtuluş mücadelesini bu şartlarda vermeye başlamıştır. Dağıtılan ordulardaki askerleri toplayarak, gönüllü halktan asker toplayarak, Tekâlifi Milliye Emirleri ile bedeli daha sonra ödenmek üzere vatandaştan silah cephanelik, binek hayvan, giyim eşyası, yiyecek ve benzeri birçok eşya toplayarak, ordu savaşabilir duruma getirilmiştir (Manifesto, 2021, Bursa).

Millî Mücadelenin lideri olan Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da millet meclisi kurulması için çalışmalara başlamıştır. Anadolu’da da her il de milletvekili seçimlerinin yapılması için gerekli talimatları vermiştir. İşte Niğde yapılan milletvekilliği seçimlerinde Niğde’yi temsilen seçilen Milletvekillerinden biri de Mustafa Soylu olmuştur.

…Mustafa Kemal'in 19 Mart 1920 tarihli genelgesine istinaden Niğde'de seçim yapılmaya başlandı. 6 Nisan 1920 tarihinde yapılan seçimler sonucu Niğde'den; Mustafa Hilmi Bey (Soydan), Vehbi Bey (Çorakçı), Zeynel Abidin Bey (Bayhan), Ratıpzade Mustafa Bey (Soylu) ve Ahmet Hakkı Paşa (Sütekin) milletvekili olarak seçilmişlerdir. Osmanlı Mebuslar Meclisi'nden intikal eden Ata Bey (Atay) ile birlikte Birinci Dönem Niğde Milletvekili sayısı altıya yükselmiştir. Bu milletvekillerinin tamamını Meclis'in Birinci Dönemi (23 Nisan 1920-16 Nisan 1923) tamamlayamamışlardır. Ratıpzade Mustafa Bey 26 Aralık 1920 tarihinde vefat etmiş; Zeynel Abidin Bey ise 11 Ekim 1920 tarihinde istifa etmiştir. Birinci Dönem Niğde Milletvekillerinden Ata Bey iki kez Dâhiliye Vekâleti Vekilliği görevini yürütmüştür. Vehbi Bey'in çalışmalarının sonucunda Aksaray Kazası 14 Ekim 1920 tarihinde Müstakil Liva'ya dönüştürülmüştür. Hakkı Paşa Amasya ve Elcezire (Cizre) İstiklal Dairesi kayıtlıdır. Birinci Dönem Niğde Milletvekillerinin tamamı mecliste Birinci Grupta yer almışlardır. Niğde milletvekilleri gerek kalmadan önce seçildikten sonra Millî Mücadele'nin yanında olmuşlar ve aktif olarak çalışmışlardır. Yeni Türk Devletinin temellerini atanan ve kuran Birinci Meclis Niğde'de altı milletvekili ile katılımda bulunmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanan barış mütarekesiyle vatanımız müttefikler tarafından işgal edilmeye başlandı. Türk milleti bu işgalleri toplantılarla, dernekler kurarak protesto etti. Niğde de işgallerden sonra örgütlenerek Millî Savaş'a katılmıştır. Niğde, ülke genelindeki cephelere asker göndererek, özellikle Adana ve Pozantı cephesinde savaşta aktif rol almıştır. İstanbul hükümetinin işgallere karşı zaaf göstermesi üzerine Anadolu toplumu Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Millî Savaş'a katıldı. Kurtuluşun milletin kararlılığı ve kararlılığıyla mümkün olacağını belirten Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya varır varmaz bu yolda harekâta başladı. 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali ile Türkiye Büyük Millet Meclisi resmen çalışamaz hale gelmiş ve 11 Nisan 1920'de tamamen kapatılmıştır. Bunun üzerine Anadolu toplumu, Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle Ankara'da bir meclis açmak için harekete geçmiştir. Tamamen millet egemenliğine dayalıdır. Mustafa Kemal'in 19 Mart 1920 tarihli genelgesine istinaden Niğde'de seçim çalışmaları başlatılmıştır. 6 Nisan 1920'de yapılan seçimler sonucunda Mustafa Hilmi Bey (Soydan), Vehbi Bey (Çorakçı), Zeynel Abidin Bey (Bayhan), Ratıpzade Mustafa Bey (Soylu) ve Ahmet Hakkı Paşa (Sütekin) seçildi. Büyük Millet Meclisi'ne üye seçildiler. Ata (Atay) Bey'in Osmanlı Mebusan Meclisi'nden gelmesiyle Niğde Birinci Dönem Milletvekili sayısı altıya çıktı. Bu milletvekillerinin tamamı meclisin ilk dönemini (23 Nisan 1920 - 16 Nisan 1923) tamamlayamadı; Ratıpzade Mustafa Bey 26 Aralık 1920'de vefat etmiş, Zeynel Abidin Bey ise 11 Ekim 1920'de istifa etmiştir. Ata, İçişleri Bakanlığını iki kez temsil etti. Aksaray İlçesi, Vehbi Bey'in çabalarıyla 14 Ekim 1920'de bağımsız (liva/vilayet) oldu. Hakkı Paşa, Amasya ve Elcezire İstiklal Mahkemelerinde üye olarak görev yaptı. Birinci Dönem Niğde Milletvekillerinin tamamı, Mecliste Birinci Grup'ta yer aldı. Hepsi Millî Mücadele taraftarıydı ve seçilmeden önce de, seçildikten sonra da aktif olarak çalıştılar. Niğde, yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Birinci Meclis'e altı delegeyle katıldı (https://acikerisim.ohu.edu.tr).

Başından beri Millî Mücadeleye destek veren Niğde, Sivas Kongresi’ne de delegeler göndererek katılmıştır. Mustafa Soylu (öğretmen), Halit Hami (Mengi) (Tüccar Belediye Başkanı), Dellalzade Hacı Osman Efendi (Nevşehir) Sivas Kongresi’ne katılan Niğde delegeleridir. Ratıpzade Mustafa Bey ayrıca Sivas Kongresi’nde Heyeti Temsiliye’ye yeni eklenen altı üyeden biridir. Mustafa Kemal’in Sivas’ta toplayacağı kongreye Bor’dan da temsilci iştiraki istenince; Niğde’den Muhittin Efendizade Mustafa Bey ile her türlü meşakkate göğüs gererek Sivas’a gitmiş ve kongreye iştirak etmiştir (https://docplayer.biz.tr/6425751-Milli-mucadele-de-nigde.html).

Mustafa Soylu çok genç bir yaşta 37 yaşındayken vefat etmiştir. Millî Mücadele Döneminde sırasıyla Sivas Kongresi, Temsil Heyeti ve Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetinde yine Niğde’yi temsil etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1. Dönem Niğde Milletvekili olarak Niğde’nin simge isimlerinden biri olmuştur.

HAFTAYA ; ŞEHİT ALBAY NURİ PAMİR



Yazının Devamı

MUALLİM HASAN ETHEM

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Muallim Hasan Ethem)

(1892 – 1915)

1915 ve 1916 yıllarında cereyan eden ve her anı ayrı bir kahramanlık hikâyesine dönüşen Çanakkale Savaşında iki yüz elli bin şehit verdik. İki yüz elli bin insanın iki yüz elli bin ayrı dünyası var demektir. Şehit Muallim Ethem’de bu şehitlerden bir tanesidir. Nesilden nesille kahramanlık hikâyesi dilden dile dolaşarak destanlaşacak Niğde’nin bağrına bastığı bir kahraman olarak ilelebet yaşayacaktır.

Çanakkale savaşında neler yaşandığını gelin şöyle bir kısaca hatırlayalım. Orada şehit düşen her askerin bir dünyası, bir hikâyesi vardı. Hepsinin annesi babası eşi ve çocukları vardı. Ve oraya bir teslimiyet ile gittiler. Geri dönmeyeceklerini bile bile öleceklerini bile bile savaştılar. İki şey onları motive etmiştir. Birincisi ölürsek şehit olacağız. İkincisi ise biz öleceğiz ama düşman memleketimize giremeyecek, düşman; anama eşime çocuklarıma ilişemeyecek. Biz öleceğiz ama onlar yaşayacak.  Onlar nasıl şehit oldu?  Hikâyelerini biliyor musunuz? Kimisinin üzerine bomba düştü vücudu paramparça oldu. Kimisi silah ile vuruldu. Günlerce yaralı bekledi kurtarılmak için ama yapayalnız acılar için de can verdi. Kimisi atılan bombalardan çıkan yangında yaralıyken kaçamadı ve yanarak can verdi. Sonra şehit cenazeleri toplanamadı yazın sıcağı ile cenazeleri bozuldu. Etrafta tahmin dahi edilemeyen cenaze kokuları yayıldı. Sadece askerler silah ile şehit olmadı. Askerler tifo, dizanteri ve benzeri birçok bulaşıcı hastalıktan da şehit oldular. Ama kaçmak teslim olmak akıllarının ucundan dahi geçmedi. Çünkü bu askerler tarihinden bu yana ataları hiçbir zaman boyunduruk altında kalmamış bir milletin kanını taşmışlardı. Elbiseleri yoktu çoğunun ayakkabısı da yoktu. Şehit olanların elbiselerini, ayakkabılarını ve silahlarını almışlardı geride kalanlar. Ve o iman ve inanç ile Çanakkale zaferi kazanıldı. Çanakkale de iki yüz elli bin şehit verdik. İki yüz elli bin can, iki yüz elli bin hikâye! Satırlar kolay yazmıştır ama yaşamak çok zor. Sıcaktan gelen bulaşıcı hastalıklardan kaç kişi şehit düştü? Soğuktan kaç kişi dondu? Bu zafer ile birlikte İngiltere de hükümet değişti. Rusya çöktü ve yeni bir devlet kuruldu. Bu bence bir çağın kapanışı bir çağın açılışıdır. Tarih böyle yazacaktır (Çağlar 2021:92,93,94).

İşte vatansız kalmanın kıyısına gelmiş bir millet Çanakkale’de bir zafer destanı yazdı. Şehit Muallim Ethem’de bu zafer destanını yazanlardan bir tanesidir. 

Şehit Muallim Ethem Niğde’nin Merkez ilçesine bağlı Hacıabdullah kasabasında dünyaya gelmiştir. Babasının çiftçilik yaptığı, annesinin ise sade bir ev hanımı olduğu anlaşılmaktadır.  Şehit Muallim Ethem’in annesine yazdığı mektupta dört kardeş oldukları görülmektedir. Ethem İstanbul’da üniversite öğrencisiyken birçok öğrenci gibi Çanakkale Savaşına katılmaya karar vermiştir ve eğitimini yarıda bırakarak cepheye koşmuştur. 

 “Şehit Muallim Ethem, Niğde’nin Hacı Abdullah (And-Ulus) köyünde 1308/1892 doğdu. Babasının adı Hasan, annesinin adı Zeynep…” İbrahim Ethem’in nüfus kayıt örneğinde böyle yazmıştır. Dindar ve vatansever bir çocuk olarak büyüdü ve en büyük ideali öğretmen olup vatanı için faydalı nesiller yetiştirmek idi. Hem öğretmen olarak hem de hukuk tahsilinde bulunmak istemiştir. Fakat aynı yıllar, dünya başka bir olaya şahitlik etmiştir. Ülkesinin özgürlüğü için hiç düşünmeden savaşa gitmeyi göze almıştı. İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyken aynı zamanda Beyazıt'taki Numune Mektebi'nde öğretmenlik yapan Hasan Ethem, 1915'te gönüllü olarak Çanakkale'ye askere giden bir yiğit. 25 yaşında yedek subay olarak askere giden Hasan Ethem, Yarbay Mustafa Kemal'in (Atatürk) komuta ettiği 57'nci Alay'da görevlendirildi. Hasan Ethem'in subay olan kardeşi Ahmet Halit de Çanakkale'de görevliydi. 19 Mayıs’ta sabaha karşı düşmana yapılan taarruzda kendi taburunun en önünde düşman siperlerine saldırırken bomba sırtında şehit olmuştur. İki ağabeyi de cepheden cepheye koşarken, Çanakkale Savaşı başladığında ağabeylerinden dolayı askerlikten muaf olmasına rağmen Muallim İbrahim Ethem gönüllü olarak cepheye koşmuştur. Çanakkale Savaşı’na gönüllü olarak katılarak büyük bir fedakârlık gösteren Muallim Ethem, 3. Kolordu, 57. Alay, 2. Tabur, 6.Bölük’teydi.” (https://www.borhaber.net/muallim-hasan-ethemin-hayati).

            Yukarıdaki yazıdan da anlaşılacağı üzere Şehit Muallim Ethem Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih sahnesine çıktığı 57. Alay’da savaştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca aynı haneden kendisi gibi subay olan kardeşi Ahmet Halit’te Çanakkale’de görevlendirilmiştir. Bu bilgiler ışığında Muallim Ethem’in ailesinin ne denli vatanperver olduğunu da görebilmekteyiz. 

            Şehit Muallim Ethem’in annesine yazdığı mektup onu unutulmaz bir kahraman olarak tarih sahnesine çıkarmıştır. Çanakkale Savaşı’nda mermilerin havada çarpıştığı, sabahı görenin akşamı göremediği, akşamı görenin sabaha çıkamadığı, açlığın ve susuzluğun pençesinde var olma mücadelesinin verildiği, yaralıların cephe gerisine alınıp tedavi edilemediği bir ortamda annesine öyle bir mektup yazmıştır ki sanki cenneti tasvir etmiştir. Savaştan hiç bahsetmeden doğanın güzelliğinden imkânların bolluğundan ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadıklarından bahsetmiştir. Annesinin savaşın kötü şartlarını düşünüp üzülmesin diye ona adeta cennetten bir bahçenin betimlemesini yapmıştır.

            Şimdi Şehit Muallim Ethem’in annesine yazdığı mektubu:

“Valideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihatimiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşil bir ovada, ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha güçlendirdin. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim, cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu… Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:

-Efendim çayınız, buyurunuz, içiniz dedi.

-Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay…

-Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim.

-Efendim şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?

-Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel.

-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.

Valideciğim, 10 paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.

Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi.”

O güzel çayının koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

            “Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle!” diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.

Dünyanın en güzel yerleri burasıymış. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?

Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım durmuştur, Allah razı olsun.”

Oğlun Hasan Ethem

4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)

25 Nisan 1915 tarihindeki kara çıkarmalarından bir hafta önce yazılan bu mektup Muallim Ethem’in annesine ulaşsa da kendisi ulaşamamıştır ve şehadet şerbetini içerek şehitlik mertebesine yükselmiştir. Dünya açısından Gelibolu Yarımadası’nın ehemmiyeti beş yüz binden fazla gencin bu küçücük toprak parçasında can vermesi. Yeryüzünde bu kadar gencin uğruna can verdiği, hayatlarından, analarından, yârlerinden vazgeçtiği başka bir toprak parçası var mıdır? (https://insanvehayat.com/muallimin-son-mektubu).

Bu mektup hakkında neler yazılmaz ki, ne şiirler, ne ağıtlar, ne türküler yazılmaz ki! Hasan Ethem Cenabı Hak sana cenneti mi gösterdi de bu mektupta cenneti anlattın? Yoksa anacığın üzülmesin diye o savaşın cenderesinde ananın yüreğini mi düşündün? Senden sonra gelen her nesilde senin ve senin gibi kahraman şehitlerimizin hakkı var. Sen ve seninle şehadet şerbeti içen şehitlerimiz bizlere hakkınızı helal ediniz. 

(Kaynak: Ömer Varol)

          (Niğde Hacıabdullah Kasabasında bulunan Muallim Hasan Ethem Heykeli)








ŞEHİT

Bir Anadolu bozkırında açmışsın bir yaban çiçeği gibi

Susuz topraklarda doğdun ve büyüyorsun diğerleri gibi

Ana kuzususun, baban için cansın ten de can gibi

Tırnağına zeval gelse ananın kalbi acır sancısı bıçak gibi.

***

Belki evin bir göz oda, uyursun kaç kişi bir döşekte

Abin eskitmeyecek ki giyeceksin sen de seneye

Babanın elinden tutarsın çalışmak için hevesle

Ellerin nasırlı, yüzünde güneş yanığı bakarsın sevgiyle.

***

Okul çağı derken bakmışsın delikanlı oldun

Hadi bir de mahallenin güzel kızına vuruldun

Zamanı geldi artık bekliyor seni peygamber ocağın

Kalbinde acısı gurbet mi yoksa ayrılık mı yandığın.

***

Anan nasıl etsin de göndersin seni

Avcuna kına yakar ama gönlüne sığmaz derdi

Öper elini yanağını doyamaz koklar tenini

Zaman durur sanki otobüs alıp götürürken seni.

***

Toprağı vatan yapan bayrak, kurban sana kınalı kuzu

Kanı akarken toprağa, şehadet şerbeti sunuldu

Bir toprak dama al yıldızlı bayrak asıldı

Titrerken dudakları babasının ağzından bir söz çıktı.

VATAN SAĞOLSUN

Toprak sabırsızlıkla bekler şehidini

Bilir çünkü cennet bahçesine dönüşeceğini

Bak şehit kanıyla bayrak aldı al rengini

Toprak parçası vatan diye aldı şerefini.


HAFTAYA; RATIPZADE MUSTAFA EFENDİ (MUSTAFA SOYLU)


Yazının Devamı

MEHMET EMİN ERİŞİRGİL

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Mehmet Emin Erişirgil)

(1891 – 1965)

Mehmet Emin Erişirgil Niğdeli bir ailenin evladı olarak dünyaya gelmiş ve yapmış olduğu çalışmalar ile ülkemizin ortak bir değeri olmuştur.  Osmanlının son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş yıllarında imkânsızlıklar ve yokluklar içerisinde başarıya ulaşılabilmenin kanıtı haline gelmiştir. Mehmet Emin Erişirgil devlet ve siyaset adamı olmasının yanı sıra felsefeci, eğitimci ve akademisyen kimliği olarak da önümüze çıkmaktadır.

            Mehmet Emin Erişirgil Niğdeli bir ailenin ferdi olarak İstanbul’da 1891 senesinde doğmuştur. Babasının adı Mustafa Dilaver Bey, annesinin ismi ise Hatice Nesibe’dir. Babası Niğde’de Tahrirat Kâtipliği (Kaymakamlık Yazı İşleri Memurluğu) ve Rüştiye Mektebi Muallimliği (Orta Öğretim Okulu Öğretmenliği) yaptıktan sonra İstanbul’a yerleşmiştir. İstanbul’a yerleştikten sonra Adliye Nezareti istintak dairesi kâtip ve mümeyyizliği (Soru Hâkimi Memurluğu) görevlerinde bulunmuştur. Mehmet Emin Erişirgil ilköğrenimini Beşiktaş Sıbyan Mektebinde görmüştür. Ortaöğrenimini ise Fatih Rüştiyesinde tamamlamıştır. Mercan İdadisinde ise lise tahsilini birincilik derecesiyle tamamlamıştır. Lise öğreniminden sonra Mülkiye’ye girerek derece ile mezun olmuştur. Mülkiye’den mezun olduktan sonra 1911 senesinde Orman ve Ziraat Nezareti Baytar Dairesinde, daire kâtibi olarak çalıştı. Bu kurumda Millî şairimiz İstiklal Marşının yazarı Mehmet Akif Ersoy ile birlikte çalışmıştır.

…1912’de felsefe ve psikoloji dersleri vermeye başladı. 1914’te İstanbul Sultanisi felsefe muallimliğine ek olarak Kabataş, Davutpaşa ve Vefa Sultanilerinde felsefe muallimliklerinde bulundu. Daha sonra Evkaf Nezâreti Kalem-i Mahsûs Mümeyyizliği’ne getirildi. 1915’te Kadıköy Numune Mektebi Müdürlüğü’ne terfi etti. Aynı yıl, Maarif Nazırı Şükrü Bey’in isteği ile Darülfünun’a felsefe müderris muavini (doçent) olarak geçti (Kaya 2010:137). 

1918’de felsefe tarihi müderrisliğine terfi etti. Felsefe kürsüsü başkanlığı ve Mütareke Döneminde Edebiyat Fakültesi müdürlüğü yaptı. 1919 Aralık ayında yapılan seçimlerle Niğde mebusu olarak 12 Ocak-18 Mart 1920 tarihlerinde faaliyet gösteren son Meclis-i Mebusan’a girdi. Meclisin kapanması üzerine Darülfünundaki görevine döndü. 1926’da Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı’na getirildi. 1928’de kurulan ve Latin alfabesine geçişin alt yapısını hazırlamakla görevlendirilen Dil Encümeni’nde üye olarak çalıştı. Daha sonraki yıllarda Maarif Vekâleti Müsteşarlığı, İstanbul Maarif Müdürlüğü, Yüksek Muallim Mektebi Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1936’da Mülkiye Mektebi Müdürü ve Sosyoloji, İktisadi Doktrinler Tarihi Profesörü oldu ve 1942’ye kadar bu görevde kaldı. Bu görevi sırasında 1939-1942’de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi dekan vekilliği görevini de yürüttü. 1942’de Zonguldak milletvekili olarak meclise girdi. 2. Hasan Saka kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanı, 1949’da Şemsettin Günaltay kabinesinde İçişleri Bakanı oldu  (https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/erisirgil-mehmet-emin).

Mehmet Emin Erişirgil memleketi olan Niğde’den milletvekili seçilerek 12 Ocak - 18 Mart 1920 tarihlerinde faaliyet gösteren son Osmanlı Devleti Meclisi olan Meclis-i Meb’ûsan’da görev aldı. Mehmet Emin Erişirgil ’in tarihe geçecek olan görevlerinin başında Yeni Türk Alfabesinin düzenlenmesi ile görevlendirilen beş kişiden biri olması gösterilecektir.

Mehmet Emin Erişirgil felsefe alanında, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e kadar uzanan süreçte gerek eserleri gerekse üstlendiği görevlerle önemli bir isim olmuştur. Siyasal ve entelektüel açıdan oldukça hareketli geçen bu dönemde Erişirgil’in felsefî yaklaşımında birtakım değişiklikler meydana geldiyse de genelde onun Türkiye’de bir felsefe kültürünün oluşması ve yaygınlaşması hususunda çaba gösterdiğini söylemek mümkündür. Bu doğrultuda verdiği derslerle, kitap ve makaleleriyle hem Türkçe bir felsefe literatürünün oluşmasına hem de Türkçe’nin felsefe dili olarak gelişimine önemli katkılarda bulunmuş, felsefenin bir “Cevaplar Bütünü” olmaktan ziyade ezelî-ebedî “Sorular Bütünü” olduğunu vurgulayıp bu sorularla uğraşmanın insan zihninin gelişmesi açısından gerekliliğini savunmuştur.

Bilimin çeşitli dallarındaki hızlı gelişmeler neticesinde ortaya çıkan pozitivist, materyalist, natüralist, evrimci, katı determinist yaklaşımların Osmanlı-Türk entelektüellerini de etkilemesine tepki olarak 1920’lerin ilk yıllarında “Dergâh” mecmuası etrafında gelişen Bergsonculuğun önde gelen savunucuları arasında yer alan Erişirgil bu tavrını ilerleyen yıllarda bir yandan Alman idealizmi (Fichte), diğer yandan William James ve John Dewey’in pragmatist felsefesiyle beslemiştir. Her şeyi pozitivist yöntemlerle açıklama çabalarına yönelttiği eleştirilerde Bergson felsefesinden yararlansa da Bergsoncu anlamda sezgiyi bir bilgi kaynağı olarak benimseme fikrine mesafeli durmuş, bu tavrı zaman içinde onu pragmatizme yaklaştırmıştır. Bu yaklaşımda yeni kurulan Cumhuriyet’in siyasal ve ideolojik ihtiyaçlarının başlıca etken olduğu görülür. Erişirgil’in “Millî Mecmua”daki yazılarında kendini gösteren ve yaklaşık iki yıl müdürlüğünü yaptığı “Hayat” mecmuasında tam anlamıyla somutlaşan pragmatist tavrı onu, bir yandan Cumhuriyet ideallerini benimsemiş genç bir nesil yetiştirme amacını bayraklaştırmaya, diğer yandan Nietzsche’nin etkisiyle -felsefe dâhil olmak üzere- bütün bilgi disiplinlerinin hayatla, pratikle iç içe ve onlar üzerinde etkili olması gerektiğini ısrarla savunmaya sevk etmiştir.

Eserleri:

Yeni Ma‘lûmât-ı Medeniyye ve Kānûniyye (İstanbul 1330; 2. baskı: Ma‘lûmât-ı Vataniyye, İstanbul 1341; 3. baskı: Ma‘lûmât-ı Vataniyye, İstanbul 1342); Devr-i İntibâh Felsefesi ve Feylesofları (İstanbul 1336); Târîh-i Felsefe Notları: Kurûn-ı Cedîde Felsefesinden Descartes ve Kartezyenler (İstanbul 1336); Wilhelm Leibniz (İstanbul 1337); Kant ve Felsefesi (İstanbul 1339); Yurt Bilgisi (İstanbul 1930); Sokrat (İstanbul 1931); Kant’tan Parçalar (İstanbul 1935); Filozofi (İstanbul 1935); Filozofiye Başlangıç (İstanbul 1936); Hukukun Muhtelif Cepheleri ve Hukuk İlmi (Ankara 1938); Felsefeye Başlangıç (Ankara 1944); Ekonomi Meslekleri: XVI. Yüzyıldan Zamanımıza Kadar (I, Ankara 1945); Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp (İstanbul 1951); Merak ve Dikkat (Ankara 1956); Mehmet Âkif: İslâmcı Bir Şairin Romanı (I-IV, Ankara 1956;); Neden Filozof Yok? (Ankara 1957); Türkçülük Devri, Milliyetçilik Devri, İnsanlık Devri (Ankara 1957); İhmal (Ankara 1958); Kadın-Erkek (İstanbul 1960).

Tercüme:

 Emile Boirac, Felsefe yâhud Hikmet-i Nazariyye: Birinci Kitap: İlm-i Ahvâl-i Rûh (İstanbul 1330); Henri Bergson, Ahlâk ve Dinin İki Kaynağı: Birinci Kitap: Ahlâkın İki Kaynağı (İstanbul 1933; bu tercüme, Yeni Türk Mecmuası’nın Teşrînievvel 1932 tarihli ilk sayısından itibaren dergiyle birlikte forma halinde okuyuculara sunulmuştur).

Erişirgil’in ayrıca Sebîlürreşâd, Muallim Mecmuası, İctimâiyyat Mecmuası, Yeni Mecmua, Düşünce, Büyük Mecmua, Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Dergâh, Millî Mecmua, Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Anadolu Mecmuası, Mihrab, İctihad, İstanbul, İlk Terbiye ve Tedrisat Mecmuası, Hayat, Ülkü, Yeni Türk Mecmuası, Siyasi İlimler (Mülkiye) ve İş dergilerinde 200’e yakın makalesi yayımlanmıştır.

Bibliyografya

Hilmi Ziya Ülken, “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” (İstanbul 1966), İstanbul 1999, s. 375-376, 426-433.

Ali Çankaya, “Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler”, Ankara 1968-69, II, 863-865.

Osman Kafadar, “Türk Eğitim Sisteminde Pragmatik Yönelişler ve Mehmet Emin Erişirgil”, Türkiye I. Eğitim Felsefesi Kongresi Bildiriler-Müzakereler (ed. Halil Rahman Açar), Van 1995, s. 175-183.

Levent Bayraktar, “Mehmet Emin Erişirgil (1891-1965)”, Türkiye’de Sosyoloji: İsimler-Eserler” (haz. M. Çağatay Özdemir), Ankara 2008, I, 527-553.

“Cumhuriyet Dönemi Düşünce Hayatımızda Dergâh Mecmuası ya da Bergsonculuğun Yerli Yorumlanışı”, Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, sy. 5, İstanbul 2008, s. 613-619.

a.mlf., “Darülfünun’da Bir Felsefe Hocası: Mehmet Emin Erişirgil”, Felsefe Dünyası, sy. 50, Ankara 2009, s. 64-80.

Necati Akder, “Mehmet Emin Erişirgil”, TK, III/29 (1965), s. 346-348.

Bülent Şen, “Mehmet Emin Erişirgil ve Türk Toplumunun Değişimi Üstüne Düşünceleri”, İÜ Sosyoloji Dergisi, 3. dizi, sy. 12, İstanbul 2006, s. 133-150.

M. Cüneyt Kaya, “Mehmet Emin Erişirgil: Bergsonculuktan Pragmatizme Bir Dârulfünûn Hocası”, Kutadgubilig, sy. 18, İstanbul 2010, s. 128-180.

Nuray Karaca, “Bilimin Rehberliğinde Değişimden Yana Olan Pozitivist Bir Düşünür: Mehmet Emin Erişirgil”, Folklor / Edebiyat, sy. 70, Ankara 2012, s. 145-164.

Erişirgil, M. Emin”, Felsefe Ansiklopedisi (ed. Ahmet Cevizci), Ankara 2007, V, 638-642. (https://islamansiklopedisi. org.tr/erisirgil-mehmet-emin)

Mehmet Emin Erişirgil 7 Şubat 1965 tarihinde Ankara’da vefat etmiştir. Cenazesi Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedilmiştir. Memleketi olan Niğde Şehir merkezinde bulunan Şahinali Mahallesinde ismi bir caddede yaşatılmaktadır.

HAFTAYA; MUALLİM HASAN ETHEM


Yazının Devamı

HÜSEYİN AVNİ GÖKTÜRK

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Hüseyin Avni Göktürk)

(1901 – 1983)

Hüseyin Avni Göktürk Niğde’nin yetiştirmiş olduğu tarihi bir değer olarak önümüze çıkmaktadır. Yeni kurulmuş genç Türkiye Cumhuriyetinin bir bürokratı, hukukçusu, yazarı, devlet ve siyaset adamı olarak tarihin yazdığı şahsiyetler arasına girebilme başarısını göstermiştir.

 Hüseyin Avni Göktürk elde etmiş olduğumuz bilgilere göre 1901 yılında Niğde’de dünyaya gelmiştir. Araştırmalarımız neticesinde babası, annesi ve kardeşleri hakkında herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Hüseyin Avni Göktürk’ün evli ve üç çocuk babası olduğunu bilmekteyiz. Dünyaya gelmiş olduğu dönem Osmanlı Devletinin yıkılış dönemine denk gelmesi onun zorlu ve çetin bir eğitim öğrenim mücadelesi içerisinde tahsilini sürdürdüğünü tahmin etmekteyiz. Çocukluk ve Gençlik yıllarında I. Dünya Savaşı’na, Kurutuluş Savaşı’na Osmanlı Devletinin çöküşüne ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasına şahitlik etmiştir. Bütün bu şahit olduğu olaylar kuşkusuz kişiliğinin ve karakterinin oluşmasında etkili olmuştur. Hüseyin Avni Göktürk’ün ilk ve orta öğrenimini doğduğu şehir olan Niğde’de tamamladığını düşünmekteyiz. Lise öğrenimini Konya Sultanisi (Lisesi)'nde, Konya Erkek Öğretmen Okulunda tamamlamıştır. Lise tahsilinden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı. 1927 senesinde Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Mezun olduktan sonra 1928 yılında Türk Tarih Encümeni Kâtipliği ve Danıştay üye yardımcılığı gibi devlet görevlerinde çalıştı.1933 senesinde Cenevre Hukuk Fakültesinde yüksek lisansını tamamladı. Ardından 1934 yılında Berlin Hukuk Fakültesinde doktorasını yaptı. O dönemin şartlarında Avrupa’da yüksek lisansa ve doktora yapması yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne de büyük hizmetler vermesinin önünü açmıştır. Genç Türkiye’nin dünya ile uyum sağlamasında fayda sağlamıştır. Avrupa’da akademik hayatına devam edebilme gibi bir imkânı olmasına rağmen o ülkesine dönmeyi ve ülkesine hizmet etmeyi seçmiştir. Doktora öğrenimini tamamladıktan sonra Adalet Bakanlığında hâkimlik mesleğini icra etmiştir. Adalet Bakanlığında ayrıca Ceza İşleri Şubesi Müdür Yardımcılığı ve Ankara'da sulh hâkimliği görevlerinde de bulundu. Takvimler 1935 senesini gösterdiğinde doçentlik sınavını kazanarak üniversitede akademisyen olarak çalışmaya başladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Medeni Hukuk dalında doçent olarak çalışmaya başladı. Ankara Üniversitesine bağlı Siyasal Bilgiler Fakültesinde (Mülkiye) de hukuk dersleri verdi. 1941 yılında profesörlük unvanını almaya hak kazandı. 1946 senesine gelindiğinde Çalışma Bakanlığı Müsteşarı olarak atandı. Bu göreve atanması ile birlikte üniversitedeki görevine son verdi. Yaklaşık iki yıl Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığı görevini yürüttü. 1950’li yıllarda Türkiye tek partili hayattan çok partili hayata geçmişti. Ayrıca iktidarda Cumhuriyet Halk Partisinden Demokrat Partiye geçmişti. 1954 yılında Türkiye’de yapılan genel seçimlerde memleketi olan Niğde’den Demokrat Parti Niğde Milletvekili adayı oldu. Milletvekilliği seçimlerini kazandı ve Demokrat Parti Niğde Milletvekili olarak TBMM’de görev aldı. Milletvekili olarak seçilmesinden bir yıl geçtikten sonra kurulan 3. Menderes Hükümetinde Adalet Bakanı oldu. Adalet Bakanlığı görevini yürütürken kısa bir süre İçişleri Bakanlığına da vekâlet etti. 1957 senesinde yapılan seçimlerde milletvekili olmadı. Meclise girmemesi ona devlet görevinde farklı bir kapı açtı ve 1957 yılında MAH Reisliği yani yeni adı ile Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı yaptı. 1958 yılına gelindiğinde Türkiye Sınai Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığına görevine getirildi. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi sonrasında yaklaşık yedi ay Yassıada’da tutuklu kaldı. Yapılan yargılama sonucunda berat ederek özgürlüğüne kavuştu. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinden sonra yeni anayasa hazırlanmış ve referandum ile kabul edilmiştir. Yeni Anayasaya göre Türkiye’de Senato da kurulmuştur. 1966 yılında yapılan genel seçimlerde Demokrat Partinin devamı olarak kurulan Adalet Partisinden Niğde Senatörü olarak seçilmiştir.  1966 senesinde başlayan Senatörlük görevi 1975 yılına kadar devam etmiştir. 

Hüseyin Avni Göktürk 16 Temmuz 1983 senesinde 82 yaşındayken İzmir’de vefat etmiştir. 

Hüseyin Avni Göktürk’ün yazmış olduğu ve yayımlanan eserleri ise şunlardır:

Annuaire interparlementaire: La Turquie (Paris, 1931), l'Extinction du pouvoir de representation et les effets qui en de-coulentJ Etüde de Droit Suisse (Doktora Tezi, Cenevre, 1934), İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi (H. Oser'den çeviri, 1935), Türk Hukukunda Yazılı Şekil (1937), İlim Halinde Siyaset (Ankara, 1937),  Miras Hukuku (İstanbul, 1937), Şahsın Hukuku  (1942),  Aile Hukuku  (1943), Eski ve Yeni Mülkiyet Hukukumuzda Toprak Kanunu Kasarısı Ana Prensiple­ri Arasındaki Münasebetler (Ankara, 1945), Borçlar Hukuku (1. kısım, 1947; 2. kısım, 1951).

(Devlet Arşivleri Bugünkü karşılığı MİT Başkanlığına atanması)


(Devlet Arşivleri Bugünkü karşılığı MİT Başkanlığına atanması) 

HAFTAYA, MEHMET EMİN ERİŞİRGİL



Yazının Devamı
Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır Dada Medya
Web Tasarım - Sosyal Medya Yönetimi - Reklam Ajansı - Video Çekim - Grafik Tasarım - Niğde Ajans