En geniş anlamı ile sivil toplum, bireylerin ve grupların devletten kaynaklanmayan ve devletçe yönetilmeyen her türlü toplumsal faaliyet içeren kollektif bir harekettir. Çoğunluk, bağımsızlık dayanışma, toplumsal bilinçlenme katılım, eğitim ve sorumluluk içeren bir aktivitedir.
Son yıllarda, hem Avrupa’da hem de ülkemizde gündemi meşgul eden tartışmalarda yeni ve güçlü bir ses yükseliyor: Sivil toplum... Sivil toplum örgütlü binlerce dernek, girişim, ajans ve sivil toplum kuruluşunu temsil eder. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti kavramlarının yerleşmesiyle ilgili talepleri, ekonomi ile ilgili endişeleri “toplum adına” gündeme getirir.
Sanayileşmiş toplumları ve "Avrupa Kimliği"nin yansıması ve ayrılmaz bir parçası haline gelen sivil toplum, sosyal Avrupa'nın inşasında ve Avrupa bütünleşmesinde de önemli bir yere sahiptir.
AB’nin tarihsel gelişimi izlendiğinde, topluluk politikalarında ve etkinliklerinde sivil toplumun, insan haklarının ve demokratik değerlerin giderek daha fazla önem kazandığını görmekteyiz.
İlk topluluk antlaşmalarında üzerinde pek durulmayan temsili demokrasi ilkeleri ve insan haklarına saygı, çok geçmeden Avrupa bütünleşmesinin, dünyada kendini kanıtlamasının başlıca araçlarından biri olmuştur. Temel hak ve özgürlükleri ve insan haklarının korunması ve güçlendirilmesi, dünya barışının ve adaletini sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu açıdan elbette hükümetlere önemli görevler düşmektedir. Ancak, bu hedeflere uluslararası kuruluşların, örgütlü sivil toplumun ve vatandaşların katkısı olmaksızın ulaşılamayacağı da göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Artık her şey devletten beklemeyen uygar toplumlar, temsil ettikleri farklı çıkarlar, ilgi alanları ve hedefler için yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde örgütlenmekte, Avrupa çapında hızla yayılmaktadır. Böylelikle, kitlelerini taleplerini daha güçlü bir şekilde dile getirmektedirler. Avrupa toplumları devletin sorumluluklarını paylaşıp bilinçli ve çağdaş insanı temsil etmektedirler.
Adaylık statüsü 1999 Aralık ayında Helsinki Avrupa Birliği Konseyince kabul edilen ve AB ile uyum hazırlıkları için kolları sıvayan ülkemiz penceresinden, sivil toplum ve AB ile ilişkilerini ele aldığımızda, Türkiye'de de sivil toplumun çeşitli konularda sesini yükselttiği ve rolünün giderek arttığı izlenmektedir. Yeni yeni güçlenen sivil toplumu, Avrupa ile bütünleşme sürecinde önemli görevler beklemektedir.
Bir aday ülke olarak Türkiye'de örgütlü sivil toplumun AB’ye uyum sürecine aktif katılımının sağlanması daha çok önem kazanmıştır. Bu konu katılım ortaklığında da vurgulanarak, Türkiye'nin kısa vadeli önceliklerinden biri olarak, topluma ve dernek kurmaya ilişkin yasal ve anayasal garantileri güçlendirmesi ve sivil toplumun gelişimini teşvik etmesi öngörülmüştür.
AB'de olduğu gibi ülkemizde de sivil toplum, yönetimde yeni açılımlarım, işbirliklerinin, sorumluluk paylaşımının, şeffaflığın, toplumda ise uzlaşmanın motoru olma konumundadır.
Çağdaş toplumlarda sivil toplum, devlete karşı olmayıp devlet, ekonomik pazar ve vatandaşlar arasında üçüncü bir sektör olarak rol üstlenmek üstlenmiştir.
Ülkemizde sivil toplum; siyasi partileri, vakıfları, dernekleri, sanayi ve ticaret odalarını, sendikaları, farklı platform ve vatandaş girişimlerini içine almaktadır. Bu örgütler merkezi otorite ile vatandaş arasında bir nevi arabuluculuk yapmakta köprü görevini üstlenmektedirler…