İyi insan lafının üzerine gelirmiş.
İyi insan mayısta evlenmez, evlenirse uğurlu gelmez.
İyi insanın içinde, kötü şey durmaz.
İyi insanın kendisi ölse de sözü ölmez. “Kırgızistan”
İyi yaşlı olmayan yerde İyi genç olmaz.(Çerkez atasözleri)
VİJDANIYLA CÜZDANI ARASINDA SIKIŞANLAR
Vicdan, kişinin kendi öz denetimi ya da davranışlarını doğruya dönük yargılaması ve ona göre davranışlar sergilemek üzere içindeki gizli güçtür.
Bana göre vicdan, bir özgürlüktür. Başkasının alanına girdiğimiz an bize ait olan özgürlük sınırlarımız biter. İşte her vicdani özgürlüğün de bir sınırı olmalıdır. Vicdanlı davranmak hem kendine hem de karşındakine saygıyı gerektirir. İnsanın kendisine saygısı yoksa başkasına da saygılı davranamaz.
Cüzdan insanların kıymetli varlıklarını içerisine koyup kullandıkları bir araçtır. Cüzdan ne kadar dolu olursa insanlar da o kadar mutlu olurlar. Bazen çok dolu olan hatta cüzdana sığmayan nakit paralar insanları mutsuz da edebilir.
Bizim tarihimiz, gelenek ve göreneğimizde, kültür yapımızda, adalet kavramı, hayatın merkezinde yer alır. Atalarımız “adalet ile zulüm bir arada olmaz” demişlerdir. Gerçekte adalet ile zulüm arasında böyle bir ince çizgi sınır vardır.
Cumhur Başkanı Recep Tayip Erdoğan( 02.02.2015 ) tarihinde Anadolu Ajansına verdiği beyanatta;
"Kul iradesi Allah'tan başka kimseye teslim edilmemeli. Ne Cumhurbaşkanı'na ne Başbakan'a ne elinde sermayeyi tutan para babalarına... Kimseye, hiçbir egemen güce teslim etmediğimiz sürece, işte o zaman yaratılmışların en şereflisi olan insan oluruz.” diyor
Bir zamanlar, “vicdan-cüzdan” diye bir şeyi gündeme geldi. O kahredici bir ifadeydi, aslında asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak hukuk vicdan bunun arasındayım, onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram neyle bütünleşiyor, hakla bütünleşiyor. Bakın biz aslında bir kanun devletinin temsilcileri olmaktan öte geçmeliyiz, ya ne olmalıyız, bir hukuk devletinin temsilcileri olmalıyız. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir.
Hukuk mu kanun mu derseniz, benim o zaman savunacağım şey; hukuktur. Eğer benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem.
Vicdanının kapıları hukuka, adalete değil de başka yerlere açılanların yaptıkları zulümdür. Çünkü onlar Mevlana'nın deyimiyle, dikenlere su vermeye başlamışlardır. Büyük Türkiye, yeni Türkiye için adalet sistemimizden başlayarak tüm kurumlarımızı, tüm toplumu, bu kanser hücrelerinden hep beraber temizlememiz gerekiyor.
Bu konuda en büyük desteği, soruşturmalarını hukuk adına yapan savcılarımızın, hükümlerine millet adına veren hâkimlerimizin vermesi gerekiyor. Demokrasilerde hukuk eliyle bir vesayet sistemi, özellikle devre dışı kalırken, 'onun yerine bir başkasını ikame etme' diye bir şey asla yoktur.
Demokrasilerde her türlü vesayet teşebbüsüne karşı milletin, milli iradenin yanında yer almaktır. Gücünü, meşruiyetini milletten almayan hiçbir grup, hiçbir kesimin bu ülkeye, bu millete hükmetme çabasına izin vermedik, vermeyeceğiz.
Siyasetçi siyasetini, hakim ve savcı da kendi işini yapacak. Siyasallaşan her kurum gibi adalet teşkilatı da milletimizin nazarında itibar kaybına mahkûm olacaktır. İtibarı olmayan adalet sisteminin gerçek anlamda işlerliğinin kalmayacağı da açıktır.
Biz yıllarca siyasetin, siyasetçinin itibarını yükseltmek için var gücümüzle çalıştık, her türlü fedakârlığı yaptık. Sizlerden de adalet teşkilatının özellikle itibarına sahip çıkmanızı istiyorum. Gelin bu mücadeleyi hep birlikte yürütelim, Türkiye'yi aydınlık geleceğe taşıyalım.
Pek çok insanın vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışıp kaldıkları anlara tanık olabiliyoruz. Bir yanda vicdanı, öte yanda cüzdanı tercih etmek. Bazen insanlar hayatları içinde böylesi zorlu sınavlarla karşı karşıya kalabiliyorlar.
Ya hiç cüzdanı olmayan insanlar varsa, orası daha vahimdir. Bazıları gayri meşru ilişkilerde yasal olmayan yollarla cüzdanlarını doldurmaya çalışırlar.
İyi bir toplumda din, vicdan, ahlak, adalet, hak ve hukuk olmalıdır. Bu gibi toplumlarda çürüme ve yozlaşma, haksızlık olmaz. Güzel ahlaklı, vicdan ile cüzdan arasına sıkışmayan toplumları görmek arzu ve temennisiyle.
Yazının DevamıKENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ
KAZMA ELİN KUYUSUNU, KAZARLAR KUYUNU
Kaza gelince: bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur. “Hz. Mevlana”
Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. “Hz. Mevlana”
TARİHİ KADİM NİĞDE ŞEHRİ
Niğde’nin kimliğine ait sağlıklı bilgilere ulaşmak için bu bölgenin tarihi dokularını geniş bir şekilde araştırmak gerekir.
M.Ö. 3000 yıllarında Çamardı Celaller köyü yakınlarında Kestel maden ocağında, kalayın işlendiği, Ulukışla Bolkar Dağı eteklerinde altın, gümüş madenlerinin olduğu tarihen sabittir.
Hititler döneminde Çiftlik, Hacıabdullah, Hassaköy, İnli, Kiledere, Tırhan, Edikli, Bağlama, Konaklı, Alay, Gölcük, Aktaş, Ovacık, Çavdarlı, Karaatlı, Elmalı, Kömürcü-Göllüdağ, Bor- Kemerhisar civarları yoğun iskân alanları olarak görülmektedir. O dönemde Niğde küçük bir köy ya da mezra konumundadır.
Hitit İmparatorluğu bu sınırlar içinde hüküm sürdüğü için adı geçen yerlerde Hitit kültürünün izleri bulunmaktadır.
Daha sonraları Frikyalılar, İranlılar, M.Ö. IV. yüz yıllarında Büyük İskender, Bizans Krallığı, Doğu Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilen Niğde yöresi, uzun süre baskı altında yaşamış, halk, zülüm ve eziyetlerden korunmak için kendilerini güvenli buldukları alttan gizli geçitli mağara tipi evlerde (M.S. 53 ) yaşamağa başlamışlar.
Özellikle, Andaval (Aktaş), Sasima (Hassaköy), Limnai (Gölcük), Malandoza (Çiftlik), Killi Dede (Kiledere), Karbala (Gelveri), Poson (Dikilitaş), İftiyan (Bor), Nahita (Niğde), Gümüşler, Tyana (Kemerhisar), Elmalı, Kavlaktepe gibi birçok yerleşim yerlerinde (M.S.313), bu tip mağara mekânlarına rastlanmaktadır.
Adı geçen yerler M.S. VII. asırda Doğu Roma, Bizans, İran, Arap istilalarına maruz kalmış, bu hal Türklerin Anadolu’ya gelmelerine kadar sürmüştür.
Niğde, 1071 Malazgirt meydan savaşı sonrası bölgeden kaçan Bizans komutanını arkadan takip eden Kutalmış oğlu Süleyman Şah, yol güzergâhında bulunan Niğde’yi de ele geçirmiştir. Bir müddet sonra Danişment Gazi ve oğlu Emir Gazi, Niğde ve civarını tam olarak kontrollerinin altına almışlardır.
II. Kılıçaslan Niğde’yi (1175) Konya Selçuklu Sultanlığına bağlamış ve bu tarihten sonra Selçuklu Sultanlığının Askeri üstü, Ordu Karargâhının merkezi olmuştur.
Savaşlarda üstün başarılar gösteren bu ordudan dolayı Niğde’ye “Pehlivanlar Yurdu” adı verilmiştir.
Bu tarihten sonra Niğde, Anadolu’nun en büyük beş şehrinden biri olma unvanını almıştır.
Niğde 1366 tarihinde Karaman oğlu Alâeddin Ali Bey’in emrine girmiş, 1372 yılında da I. Sultan Murat Han tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Osmanlı Devletinin kuruluşuyla birlikte Anadolu’ya Türkmen akınları sürekli devam etmiş, bunlardan bir kısmı da Hasan dağı, Üçkuyulu, Ağaseküsü, Melendiz, Kiledere ve civarlarına, Ulukışla Aladağ, Çamardı yaylaklarına yerleşmişler.
Melendiz yaylağında, (İhtimalen Ketençimen meydanında) Çarşamba günleri Panayır (Pazar) kurulduğu, Yörüklerin burada alış-veriş yaptıkları ifade edilmektedir.
Niğde ve civarında yaşayan Türkmenlerin tamamına “Esb-Kesen” yani at yetiştiren adı verilmiştir. Bu yönüyle de Niğde ün yapmıştır.
Bu vesileyle devletin hazinesine en çok vergi veren il olarak kayıtlara geçmiştir.
Bulgarlu, Dündarlı, Haymana, Yahyalı Türkmen göçmenleri genellikle ziraatla geçimlerini sağlamakta idiler.
Bulgar, Türkçe’ de çeşitli Türk Boylarının bir arada bulunması anlamına gelmektedir. Bulgar, Anadolu Türkmenlerine verilen ad ile de anılmaktadır.
XVI. yılın sonlarına doğru bu aşiretlerin bir kısmı, yerleşik düzen içinde, toprağa bağlı ziraatla uğraşmışlardır. Adı geçen bölgelerde daha çok Oğuz, Kayı, Buğdüz boyu Türkmen Yörükleri yaşamaktaydı.
Niğde’nin soy kütüğünde Hz. Nuh’un (a.s) ın oğlu Yafes’in büyük oğlu Türk’ün neslinden gelen Karahan’ın oğluna ve özellikle de Oğuz Han’a dayanmaktadır. Oğuz Han’ın bir başka Adı da Alp Er Tongadır. Çinliler onu Mete Han olarak ifade ederler.
Oğuzlar, 24 boydan meydana gelmektedir; Boz oklar, Kayı, Afşar, Bayat, Kınık, Peçenek, Yüreğir, Buğdüz v.s. gibi Türkmenlerdir.
Oğuzların bir kısmı, II. yüzyılda, Karadeniz’in Kuzeyinden Tuna boylarına ve Balkanlara inmişler. O dönemde henüz islamiyet yoktur. Şaman olan bu boylar, Hıristiyanlığın etkisinde kalarak benliklerini, örf ve adetlerini kaybetmişler, eriyip gitmişlerdir.
Anadolu'ya o dönemde gelip yerleşen Türkmen oymakları bunlardır. Kapadokya'da, Ihlara vadisinde ve Niğde'de bulunan birçok Kiliseler Hırıstiyan Türklere aittir.
Macarların büyük bir bölümü Türk’tür. Afrika ülkelerine gidenlerde Arap, Fars, Irak, İran Suriye kültürüyle değişime uğramışlar. İran halkının şu anda % 55’i Türk’tür. Üç aşağı, beş yukarı diğer ülkelerdeki durum da bundan aşağı değil.
Oğuzların diğer bir bölümü, Selçuklu idaresinde Horasan diyarına gidip, burada Ertuğrul ve Çağrı Bey’in etrafında birleştiler, II. YY da akın akın İran’a, Irak’a, Suriye’ye ve Anadolu’nun içlerine doğru yayıldılar.
Özellikle Anadolu’nun fethi, 1071 tarihinden sora Niğde, Türkmenlerin en çok tercih ettikleri yerleşim yerleri olmuştur.
Cumhuriyet dönemine kadar, katıksız Oğuz Türkmenlerinin yaşadığı Niğde’mizin kısaca özeti böyledir.
İlgililere buradan sesleniyor ve diyorum ki; adı geçen yörelerimizin tarihi ve kültürel değerlerini, arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkarmak için ciddi bir araştırma yapma zarureti vardır. Bunu yaparsanız, Niğde Turizm cenneti olmaya namzet gösterilebilir.
KAYNAK ESERLER:
1-Türkiye Ans., C.4,s.206,
2-El-Veledü’s Şefik adlı eser, Niğde civarında yaşayan Türkmen Dervişlerin hanımları.
3-Yeni Reh. Ans., C.I5, Oğuz Türkleri böl.
Yazının DevamıBAŞARININ SIRRI SABIRDIR
Sabır, zorluklar karşısında iradesini kullanıp nefsine hakim olmaktır. Sabır, tökezlemeyen bir binektir ve insanı süratle ve güvenle hedefine ulaştırır. Sabır, mutlu olmanın anahtarıdır. İlimde, sanatta, ticarette, yönetimde başarılı olmanın sırrı sabra bağlıdır. Bir insana her hangi bir bela isabet etse ve buna da sabretse, bela biter, huzur gelir.
Bunun için atalarımız; “Sabır acı ise de meyvesi tatlıdır. Sabır insanı huzura eriştirir. Sabırla koruk helva olur. Sabreden derviş muradına ermiş” sözleri toplumda huzur, birlik, beraberlik, kardeşlik duygularını ön plana çıkar.
Sosyal yaşantımızda sabrın ne kadar önemli olduğunu zaman zaman gerçek hayatın içinde yaşayarak görmekteyiz. Sabır güç bir işe katlanma, ağır bir yüke tahammül etme, üzücü bir olay karşısında ümitle sonucu beklemektir.
İnsan ani ve şok olaylar karşısında sabretmesini bilmelidir. Aslında sabır haksızlık karşısında susmak ve ona boyun eğmek demek değildir. Tam tersine bu konuda kişi hakkını sonuna kadar savunmalıdır. Yoksa körü körüne aşağılanmaya razı olmak yanlıştır.
Gerçek sabır bütün olumsuzluklara karşı direnebilmektir. Sabırsız insan her zaman zarar görür, korkak olur. Kendi sonunu kendisi hazırlar.
Sabırlı kimse, olaylar ne denli büyük olursa olsun asla dengesini bozmaz. Hal böyle olunca sabırla birçok zorluklar kolayca aşılabilir.
Sabırda güçlü bir irade, azim ve gayret vardır. Ebetteki tabii afetler denilince sel, deprem, heyelan vb. olaylarda ölenler, yaralanıp sakat kalanlar, evlerini, iş yerlerini kaybedenler, acı içerisinde kafasını taştan taşa vuranlar kendilerine dünyayı zindan ederler, fakat inancı ve iradesi güçlü olanlar bunların dışındadır.
Hz. Ömer “Eğer sabredersen Hakkın dahi kader hükmü gelir geçer ve sen sevap kazanırsın. Sabretmezsen yine Hakkın tecellisi yerini bulur ve sen azap çekmekle kalırsın” demiştir.
Kur’an’da “Behemehâl size biraz korku, biraz açlık, biraz mal, can ve mahsul eksikliğiyle sınarız. Sabredenleri müjdele her kim ki sabreder suç bağışlarsa bu istenilen en iyi davranış tarzıdır” buyurur.
Birbiriyle didişen, boğuşan, geçimsiz olan insanlar, huzursuz, mutsuz olurlar. Eğer kişi öfkesini yenebiliyorsa, bağışlayıp kötülüğe iyilik yapabiliyorsa bu ne güzel bir huydur.
Dikkat edin vücutta başın önemi ve değeri neyse sabrın da sosyal yaşamda değeri odur.
Her alanda sakin kalabilmeyi başarmak neredeyse imkânsızdır. Ancak bazı kişiler siyaseten ya da iş hayatında sakin kalmayı başardığı için tüm sorunlarını büyük bir ustalıkla çözebiliyor. Bazen çok küçük şeylerin bile insanları delirttiği zamanlar vardır. Ne olursa olsun sakin kalabilmek ve anlayışlı davranmak en iyi yöntemdir. Ama en mantıklı insanların bile sınırsız sabrı yoktur. Bazen çok küçük şeylerin bile insanları delirttiği zamanlar vardır.
Elbette ki her sabrında bir sınırı vardır. Yoksulluk, haksızlık, adaletsizce yapılan uygulamalar, insanlar arasında yapılan ayrımcılık gibi sabır taşını çatlatacak şeyler vatandaşın kaderi olmamalıdır.
İşte bu durumda sabır önemlidir ama” Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözünü de bir kenara atamayız.
Yazının Devamı