yandex
İSİMLER YASAK | Gürbüz Turgay | Köşe Yazıları | Niğde Anadolu Haber
  • DOLAR
    36,6797
    %0,22
  • EURO
    39,7792
    %-0,06
  • G. Altın
    3.523,43
    %0,16
  • Ç. Altın
    5.600,10
    %0,00
  • BIST
    10.625
    0
  • BITCOIN
    82,085.043
    0.56
  • ETHEREUM
    1,892.791
    0.54
  • DOLAR
    36,6797
    %0,22
  • EURO
    39,7792
    %-0,06
  • G. Altın
    3.523,43
    %0,16
  • Ç. Altın
    5.600,10
    %0,00
  • BIST
    10.625
    0
  • BITCOIN
    82,085.043
    0.56
  • ETHEREUM
    1,892.791
    0.54
Gürbüz Turgay

İSİMLER YASAK

: 10-03-2025

Nüfus teskerelerindeki “Hamid” adları benim küçüklüğümde Hâmid’e değişti. Nasıl ki Reşad veliahdın da adı olduğu için kardeşiminkinin sonradan Neşet’e çevrildiğini biliyorum. Semtimizden birisinin veliaht Reşad Efendi’ye mürekkep sattığı için uzaklara sürülmüş olduğunu fısıltılardan sezmiştim. 

Eski Türkiye’de “Cumhuriyet” sözü “şapka” sözü kadar kötü ve korkulu idi. Yobaz lügatindeki manası ile “ gâvurluk” mahiyetinde idi. 

                Cumhuriyete değin Anadolu köylüsü, Cuma namazını köyünde kılamıyordu. Çünkü Ehli Sünnet imamlarına göre Cuma namazı köylerde kılınmaz, çarşı ve pazarı olan kasabalarda kılınabilirdi. Kural bu olduğundan zavallı Anadolu köylüsü Cuma namazını kılabilmek için işini ve köyünü terk ederek kasabaya inmek zorunda kalıyordu. Bu zorunluluğa uymayanlar ise devlet tarafından cezalandırılıyordu. 

Doktor muayenesi haram

Diş taktıran cünüp, kasket giyen kâfir 

Çalgılı düğün günah

Davul zurna şeytan işi


El almak ve vermek hadiseleri tarikatlar ile ilgili bir adaptır. Şöyle ki: bir havalide tarikatın bir kolunu temsil eden bir şeyh veya efendi olur. Bu zata katılıp takip etmek ondan ve tarikatın feyizlerinden istifade etmek isteyenler olabilir. 

Bu kişiler şeyhin elini tutup hem tarikat alma hem de günahlarından tövbe istiğfar etme ve bir daha günah işlememeye niyet etme anlamında bir manevi bağ teşkil eder. Bu durumda şeyhin kuvvet ve dirayeti ne kadarsa, kendi müritlerine tasarruf eder. Mürit de “ Şeyhim beni nezaret ve takip ediyor” diye şeyhinden çekindiği için günah işlememeye azami dikkat eder. 

TÖVBE ALMAK 

Buna göre bir tövbenin makbul olabilmesi için günahı terk etmek, günah işlediğine pişman olmak, günahı bir daha işlememeye azmedip söz vermek, eğer işlenen günah kul haklarıyla ilgili ise bu durumda hak sahibi ile helalleşmek, Allah’tan af dilemek gerekir. Tövbe alma ritüelinden sonra boy abdesti alınır. Göz kapatılarak, ölümümüzü düşünme, hayal etme törenidir. 

RABITA 

Sonraki günden itibaren her gün en az beş bin kez “ Allah’ı kalpten düşünüp zikrederek ders yapılıyor” Akşam namazından sonra göz kapalı vaziyette şeyhin yüzü hatıra getirilerek “ rabıta” denen tören yapılır. Gelişme olursa şeyhin alnından senin alnına mavi bir nur akarmış. Genellikle yatsı namazından sonra da toplulukla birlikte yine göz kapalı “ hatme” yapılır. Halka şeklinde herkesin dizi birbirine değerek halka yapılır. Hatma’de tüm tarikat büyüklerinin isimleri sayılarak dua edilir. En son bir dua ve Fatiha okunarak sonlanır. 

DEVİR VE GÜNAH AFFI 

Ölünün ıskat ( Günahlarının affı ) için vasiyet ettiği mal veya geride bıraktığı malın üçte biri, üzerinde olan namaz ve oruç borçlarını ödemeye kâfi gelmiyorsa bu takdirde devir usulüne başvurulur. 

Hesaplamalarda her namaz borcuna 1 lira gibi bir bedel eklenebilir. Bu hesaplamayı bir örnek ile açıklarsak çok daha iyi anlaşılacaktır. 

Örneğin bir kişi 70 yaşında vefat etmiş olsun. Kişinin sorumlu olduğu ibadet borç yılı 12 yaş baz alınarak 70-12 işlemi uygulanır. Bu işlem sonucunda 58 yıllık bir borç ortaya çıkmaktadır. Günde 5 vakit namaz borcu ayda 150 namaz borcu ile çarpılmaktadır. Bir yılda 12 ay olduğu için 150x12 işlemi uygulanır. Bu işlem sonucunda 1800 adet namaz vefat eden kişinin bir yıldaki borcu olarak kabul edilir. 1800 rakamı daha önce hesaplanan 58 yıllık borç ile çarpılır. 1800x58 işlemi sonucunda ortaya bir yılda 104.400 namaz borcu çıkmaktadır.    

TELKİN 

Telkin, kabre konan ölüye sorgu meleklerine vereceği cevabı öğretmek veya anımsatmak için yani bir çeşit kopya verme demektir. Telkin, ölmek üzere olan kişiye kelime-i tevhidi; definden sonra ise kabri başında ölüye iman esaslarını hatırlatmaya denir. 

Fes kutsaldır, fesi çıkarıp atmak mukeddesata yapılan hakaret sayılır. Bu manayı bilen Mahmut Esat Bozkurt, ŞAPKA DEVRİMİNİ ŞU SÖZLERLE anlatır. “ Şapka giymek bu milletin hesabına bir Musul fethinden üstündür” 

Dr. Gürbüz TURGAY’ın “ Neden Atatürk Hepimizin 1 “ isimli kitabından alınmıştır. 



KÖYDE NAMAZ

Cumhuriyete değin Anadolu köylüsü, cuma namazını köyünde kılamıyordu. Çünkü Ehl-i Sünnet imamlarına göre, cuma namazı köylerde kılınamaz, çarşı ve pazarı olan kasabalarda kılınabilirdi. Kural bu olduğundan zavallı Anadolu köylüsü cuma namazını kılabilmek için, işini ve köyünü terk ederek kasabaya inmek zorunda kalıyordu.

Doktor muayenesi haram

Diş taktıran cünüp, kasket giyen kâfir 

Çalgılı düğün günah 

Davul, zurna şeytan işi

Fes kutsaldır, fesi çıkarıp atmak, mukaddesata yapılan hakaret sayılır. Bu manayı bilen Mahmut Esat Bozkurt, ŞAPKA DEVRİMİNİ ŞU SÖZLERLE anlatır. "Şapka giymek, bu milletin hesabına bir Musul fethinden üstündür."

Sarıkla kılınan iki rekât namaz sarıksız kılınan yirmi beş namaza bedeldir.

Sarıkla kılınan bir cuma, sarıksız kılınan yedi cumaya bedeldir.

Sarıkla kılınan iki rekât namaz, sarıksız kılınan yetmiş rekâta bedeldir.

Sarıkla kılınan bir namaz, öteki namazlara on bin sevap farkla üstün gelir.

Allah'ın, Cuma günleri cami kapılarında görevlendirilmiş birtakım melekleri vardır ki bunlar beyaz sarıklı kişiler için Allah'tan af dilerler.

"Hocalar, halkı direnmeye teşvik ettiler. Arnavutluk'ta, Bosna'da. Bağdat'ta isyanlar başladı. Hatta İstanbul'da bile ayaklanmalar oldu. O kadar ileri gidildi ki, caddelerde görülen Sultan, halk tarafından taşlandı. Anlatılanlara göre, bir gün, İkinci Mahmut, İstanbul’u Galata'ya bağlayan köprüyü atla geçerken halk tarafından çok saygı gören ve Saçlı Şeyh diye bilinen bir derviş hemen atının dizginini yakalamış ve ona, "Gavur padişah! Alçaklığa karnın hâlâ doymadı mı? Bu günahının hesabını Allah senden soracak. Müslümanlığı yıkıyorsun. Peygamberin lanetini hepimizin üzerine çekiyorsun!” diye saldırdı. Sultan, "Bu deli galiba" dedi. Ama derviş öfke içinde ona şöyle cevap verdi: "Deli ha! Hayır, ben deli falan değilim. Deli olan, senin gibi gâvur padişah ile alçak yardımcılarındır. Allah benim dilimle sana sesleniyor. Ona uymaktan ve gerçeği söylemekten başka bir şey yapmıyorum. O, beni şehitlik mertebesine ermekle ödüllendirecek"

Dervişin dileği yerine geldi: "Götürüldü ve boynu vuruldu."

Buna rağmen, İkinci Mahmut çizdiği yolda cesaretle yürümekten çekinmedi. Kavuğu kaldırdı ve fesi getirdi... Hatta o zamanlarda "Fransız başlığı" diye başlamıştı.

Başlangıçta kötü görülen fes, bir süre sonra gerçek bir prestij aracı oldu. Moda ona yavaş yavaş benimsenen bir görünüş vermekteydi.

Üç kişiden fazla fotoğraf çektirmek yasak

Tablo, fotoğraf, resim haramdır 

Tatil yapmak haramdır

1908 Meşrutiyetine kadar İstanbul'da elektrik yasaktı.

Heykel yasaktı, onun yerine vilayet merkezlerine saat kuleleri yapıldı.

Ordunun tüfekleri daima boş, komutanlarının çoğu alaylı idi, yani okuma yazma bilmezlerdi. Büyük şehirlerde kışla önlerinde takunyalı subaylar görülürdü. Liselerde edebiyat okunmazdı. Avrupa gazeteleri yasaktı. Şairler hakkında yazı yazmak yasaktı. İstanbul sokakları eli bıçaklı semt kabadayıları ve haraççıları ile Anadolu ve Rumeli dağları eşkıya ve çetelerle dolu idi.

Rüşvet yağın gelir kaynağıdır. Kıbrıs İngilizlerin eline geçtiğinde, polisleri toplamışlar, "maaşlarınızı artırdık, bundan sonra rüşvet almayacaksınız” demişler. Dairelerde parasız iş yaptırmak imkânsızdır. 

Abdülhamid döneminde otomobil, elektrik ve telefon da yasaktı. Tek denizaltımız, padişahın vehmine dokunduğu için Haliç'te karaya çekilmişti. Donanma gemilerinin kamaralarında şemsiye ile oturulduğunu işitirdik.

Ramazanda su bulundurmak yasak

Atatürk döneminde aşar vergisi kaldırılınca:

Din vergisi olan aşarı kaldırdılar, tarlanın bereketi kaçtı, diye tutturdular.

Fotoğraf çektiren cehennemlik


Yazının Devamı

Bir Cumhuriyet Paşası’nın “Anılar”ı …

NURETTİN TÜRSAN 

2017 yılında Bütün Dünya Dergisinin Temmuz sayısında yayınlanmıştı. Ömürlerini askerliğe adamış birçok paşamız emekli olunca kayboluyorlar. Derin tecrübe ve anılarını da beraberlerinde götürüyorlar. Gönül ister ki gelecek nesiller bu tecrübe ve anılardan ders alsın. Daha önce anısını yazmış bir paşanın kitabını okuyunca, mutluluğumu teşekkür telefonumla paylaşmış, tanışmıştım; Ankara Merkez Komutanı Kemal Yamak, kitabı ders alınacak anılarla dolu idi. Yıllar sonra yine böyle bir paşamızın, General Nurettin Türsan’ın “Anılar” kitabını okudum. Az sayfalı ama unutulan birçok olay ve muhteşem anılarla dolu. Özellikle komutanlarımızın, siyasilerimizin ve tarihçilerin okuması gereken bir kitap. Özellikle bu günlerde…

   2 Nisan 1917’de İstanbul’da doğdu.1937 yılında subay,1947 yılında kurmay yüzbaşı oldu. Paris’te Ecole Superior de Guepre’de iki yıl eğitim gördü.1966 yılında general, 1969 yılında da kadrosuzluktan emekli oldu.”60 yaşımın 19 yılı eğitimle geçti” der. Atina görevinden sonra, Yunan Kralı Pavlos’un “Komandör Birinci Yorgi Nişanı” ve birçok takdir belgeleri ile ödüllendirilir.30 yaşından itibaren yayınlarla ilgilenir.

1-Servir. II.Dünya Savaşı’nda Fransız Genelkurmay Başkanı Gamelin’in Savaş Hatıraları.Çeviri.1949.

2-Alman Rus Savaşı. II.Dünya Savaşı.Çeviri.1949

3-Askeri Vesikalar ve Harp Planı.1969

4-Askeri Karar Alma.1974

5-Liddell Hart’ın Dolaylı Strateji adlı eserine eleştiri.1969

6-Yunan Sorunu.1969

7-Ankara’nın Başkent Oluşu.1981

8-Atatürk’ün Türk Kurtuluş Savaşı Stratejisi.1983

9-Mahmut Şevket Paşa’nın “Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Askeriyesi” eserinin yeni dile çevirisi.1983

10-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği.1979

11-Goltz Paşa’nın Osmanlı Ordusu hakkında düşünceleri ve eski yazı tüm eserlerinden özet çeviri 1997

12-ABDÜLKERİM Nadir Paşa’nın “Müdafaanamesi”nin eski yazı çevirisi.1997

13-Goltz Paşa’nın PLEVNE adlı eserinin eski yazıdan çevirisi.

14-Goltz Paşa’nın “Genç Türkiye’nin Hezimeti ve İmkânı İstilası”.

15-Albert Sorel’in “Türkiye Nasıl Paylaşıldı”  tercümesi.

16-20.yy.Başına Kadar Türk Askeri eğitiminin Tarihi Gelişimi.1983

17-Nükleer Bombalar ve Nükleer Denemeler.1988

18-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin Dağılışı.1982

19-Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı(AGİK).1993

20-Sakarya Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın Askeri Dehası.1994

21-Pedagoji Önünde Gazi.1994

22-İkinci Dünya Savaşı.1998

23-31 Mart 1303 İrtica Ayaklanması.1998

24-Cumhuriyet Nasıl Kuruldu.2002

25-Strateji Üzerine.2002

Askerliği yanında aynı zamanda iddialı bir askeri tarih ve strateji uzmanıdır. Yüzlerce makalesi var; çok sayıda da konferanslar vermiştir.

Fransız Harp Akademilerinde hayranlıklarını kazanır ve birçok takdirlerini alır. Bir gün, bir albay öğretmeninin “ Tursan, yetişmiş bir subaysın, biliyor musun, geçen gün okul komutanı bize ne emir verdi?” “Birinci yılın sonunda, Fransız subaylarını Türk subayının düzeyine çıkarın” dedi. ”Neden Fransa’ya bu okula geldin?” Türk subayının yabancı ülkede yarattığı hayranlığı yaşar. Böyle bir subayımızı da tanıdığını şu cümlelerle anlatır: ”Türk Ordusunda böyle çok subay tanıdım. Özellikle NATO Karargâhlarında ve Türkiye’yi birçok tuzaklardan kurtaranlar… Ben böylelerine “Meçhul Kahramanlar” adını takmıştım”.89 yaşında da kitap yazar…

“İkinci Dünya Savaşı, Türk Ulusunu bir şok geçirirken yakaladı. Savaş başlamadan 9 ay önce, 10 Kasım 1938 günü Atatürk ölmüştü. On sekiz milyon Türk Ulusu, özellikle gençlik matem havasından kurtulabilmiş değildi. Yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk on beş yıllık Altın Çağ’ını yaşamıştı. Bu Altın Çağ’a nasıl varılmıştı” diyerek şaşkınlığını ifade eder.1911 Trablusgarp Savaşı ile başlayan kabus dolu günler, Balkan Harbi, Enver Paşa’nın 86 bin askerini Allahu Ekber Dağlarına gömmesi, dört yıllık maceracı döneminde iki milyon Türk insanına, Filistin, Irak ve Kafkasya’da kaybına sebep olmuştu. Düşman, Türk’e hiç nefes aldırmak istemiyordu. Mondros Antlaşması ile devlet parçalanmıştı. Anadolu’yu işgal ve istila etmek hevesinde idiler. Küçük Yunan Ordusunu Anadolu’ya saldırttılar. Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadeleye başladığı günlerde yüz binlerce yaralı, gazi, hasta Türk asker ve subayı esir yaşadıkları Hindistan, Mısır, Afrika, Yunanistan ve Sibirya’dan anavatanlarına dönüyorlardı. Üniforma yok, maaş yok, iş yok, yiyecek yok. Bazı subaylar askerlik şubelerine giderek ekmek dileniyorlardı. Halk korkunç fakirdi. Tarlada çalışacak erkek yoktu ki kadın ve yaşlı erkekler sabanla tarla sürüyordu. Tohum, tarla, köy, kasaba, kent, insan ve at ,koyun, inek kalmış mıydı?. Anadolu Yunan tarafından yakılmış, yıkılmıştı. Bu durumda bir ulus nasıl üç yıl daha, Anadolu’da hem iç hem dış düşmanlarla savaşmış ve kazanmıştı? 

İşte Atatürk’ün taparcasına sevdiği Türk Ulusu buydu! “

İstiklal Savaşını konferanslarda ve kitaplarda anlatır. Anlatmadığım konu: Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl içinde yarattığı mucizelerdir. Osmanlı Devletinin yabancılara borçları ödeniyor, yabancı şirketlerin malı olan demiryolları teker teker satın alınıyor, demiryolu Ankara’dan başlayarak Erzurum’a, Elazığ’a, Batman’a, Zonguldak’a, Nusaybin’e uzatılıyor, şeker ve bez fabrikaları kuruluyor, demir-çelik, makine-silah sanayileri, uçak fabrikaları inşa ediliyordu. Ve en önemlisi de halk sağlığına kavuşuyor; sıtma, verem, trahom,frengi(kolera,tifüs…Diyarbakır’da aşı üretim merkezi kuruluyor!) mücadeleleri yıldırım hızıyla ulusu sağlığa kavuşturuyordu.Telefon,telgraf hatlarıyla ulus haberleşiyor ve çok daha önemlisi yaşlı,genç,kadın,insanlarımız Millet Mekteplerinde okuma yazma öğreniyorlardı. 


Yazının Devamı

ALMANYA SEYAHATİ

15 Aralık 1917 - Veliaht Vahdettin'le Almanya seyahatine çıkışı


16 Aralık 1917 - Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı verilmesi


4 Ocak 1917 - Almanya'dan İstanbul'a dönüşü


19 Şubat 1917 - Alman İmparatoru tarafından Birinci Rütbeden Kılıçlı Cordon de Presse Nişanı verilişi


11 Mayıs 1917 - Harp Madalyası verilmesi


25 Mayıs 1915 - Tedavi için -böbrek- Viyana'ya hareketi


30 Haziran 1917 - Karlsbad'a geçişi


27 Temmuz 1917 - Viyana'ya dönüşü


2 Ağustos 1917-İstanbul'a dönüşü


-Ben her zaman söylerim, burada bu vesileyle bilginize sunayım! Benim elime büyük bir yetki ve güç geçerse, ben toplumsal yaşantımızda istenilen devrimi bir anda bir coup(vuruş) ile uygulayacağımı sanırım. Çünkü ben, kimileri gibi halkoyunu, aydınlar oyunu, yavaş yavaş benim tasarılarım ölçüsünde tasarlamaya ve düşünmeye alıştırmak yoluyla bu işin yapılacağını kabul etmiyor, böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben bunca yıllık yükseköğrenim gördükten, uygar yaşamı ve toplumları incelemek ve özgürlüğün tadına varmak için yaşam ve zaman harcadıktan sonra, cahil halkın derecesine ineyim? Onları kendi dereceme çıkarayım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar. Bununla birlikte sorunda incelenmeye değer kimi noktalar var. Bunları iyice kararlaştırmadan işe başlamak hata olur.


Yine bir tesadüfle, geleceği şekillendirmesinde işine yarayacak olan, 15Aralık 1917'de Vahdettin ile beraber 20 günlük Almanya seyahatine katıldı.


19 Aralık'ta Bad Kreuznach kasabasında bulunan Genel Karargâh ‘ta İmparator II. Wilhelm tarafından karşılanırlar. Mareşal Hindenburg ve General Ludendorffla tanışır.


Strasburg'da, Fransız sınırındaki Alman siperlerini gezer.


22 Aralık'ta Essen'deki Krupp fabrikalarını gezer.


23 Aralıkta Berlin'e gelir, on gün kalır.


4 Ocak 1918'de İstanbul'da olurlar.


VAHDETTİN


"Affedersiniz Paşa hazretleri, birkaç dakika öncesine kadar kimin ile seyahat etmekte olduğumu bana izah etmemişlerdi. Ancak trenin hareketinden sonra aldığım malûmat üzerine gıyaben çok iyi tanıdı-ğım ve takdir ettiğim bir kumandanımızla beraber bulunduğumu anladım. Ben sizi pek iyi bilirim. Arıburnu'nda, Anafaratlar'da kazandığınız başarılar malûmdur. Siz İstanbul'u KURTARMIŞ bir kumandansınız. Beraber seyahat etmekte olduğum için çok memnun ve müftehirim." Mustafa Kemal şaşırmıştır. İstanbul'daki görüşmesinde garip karşılamış gözleri yarı kapalı, uyur vaziyette konuşurken şimdi canlı hâldedir. Belli ki padişahından korkmaktadır... 


Sakarya Savaşı günleridir. Bir millet son evladını, elinde kalan son ihtiyacını cepheye göndermenin heyecanını yaşamaktadır. İstanbul işgal altında, sokaklarında işgal askerleri dolanmakta Yunanlılar Gemlik, Kocaeli bölgesinde katliamlar yapmakta, yakıp yıkmaktadır. Vahdettin altıncı evliliğini yapmıştır.


GERÇEĞİ GÖRENLER


Almanya'da onları İmparator Wilhelm karşılar. Mustafa Kemal'le Vahdettin, Başkomutan Von Hindenburg ile Genelkurmay Başkanı Von Lutendorfa resmî ziyaretlerde bulunurlar. Ev sahipleri konuklarına büyük bir incelik göstermektedirler, ama cephedeki durumu tozpembe gösterme çabaları, Mustafa Kemal'i sinirlendirmektedir. Bir ara Lutendorf’a onu güç durumda bırakacak sorular sorar, açıklamada bulunur. Lutendorf şaşırır, bozulur. "Dahi Kumandan" diye bilinen Hindenburg ve "Strateji Dahisi" diye anılan Lutendorf O'nu memnun etmemiştir. Ve şu görüşlerini Naci Bey'in yanında Vahdettin'e bildirir: Bu durumdaki Almanya çok dayanamaz, çöker. Çökerken Osmanlı'yı da yanında götürür." Ona göre Türk ve Alman mareşaller el ele vermiş, Osmanlı'yı uçuruma sürükle-mektedir.(102)


İmparator Kayzer Wilhelm, Vahdettin'in kaldığı otele beklenmedik bir ziyarette bulunur. Kayzer, bu ziyaret sırasında Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki dostluktan ve savaşta kazanacakları başarılardan söz eder. Vahdettin'in sözleri, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı itilaf devletlerinin saldırıları karşısında verilen güvencelerden kuşku duyduğunu göstermektedir. Duyduklarından sinirlenen Wilhelm, yerinden fırlar:


"Saygıdeğer Şehzadenin beynini, birinin bulandırdığını sezmekteyim."


Acaba Kayzer, Vahdettin'in beyninin Mustafa Kemal tarafından bulandırıldığını anlamış mıdır?


Ev sahipleri, konuklarına batı cephesini gösterirken, Mustafa Kemal, yalnız gösterilenlerle yetinmez. Resmî programdan uzaklaşıp kişisel olarak gerçek durumu denetlemek istemektedir. Bir mevzide gözetleme yerine çıkarak, subaylarla konuşur ve hepsine komutalarındaki güçler üzerine sorular sorduktan sonra, durumun nazik olduğu konusunda onları uyarır.


Vahdettin, onuruna verilen akşam yemeğinde, Kayzer Wilhelm, Lutendorf'u yanındaki Türk generalini oyalaması için Almanca uyarır. Ancak ANLAYACAK KADAR ALMANCA BİLDİĞİ'ni bilmezler. Kayzer padişahı bir kenara çeker. Hindenburg ve Lutendorf Mustafa Kemal'i araya alırlar. Hindenburg, ihtişamlı görüntüsü ile "Suriye Cephesindeki" başarılarını anlatır. Ancak, karşısında o cephenin o günlerinin komutanı, hem de Mustafa Kemal vardır. Sonunda dayanamaz:


"Suriye Cephesi'nin onun anlattığı gibi olmadığını, gönderilen raporlara güvenilmemesini" söyler. Hindenburg sigara ikram ederek konuyu bitirir.


Veliaht'ın yanına gider. Yol boyunca Almanlara güvenilmeyeceğini anlattığı Veliaht'a sorar:


-Nasıl, gerçekleri anlıyor musunuz? Karşınızdaki Alman İmparatorudur. Benim size arz ettiğim endişeleri izah edecek bir tek kelime söyledi mi?


-Hayır!


-Konuşmaya devam ediniz ve ciddi konuşunuz. Bütün endişeleri söylemekte tereddüt etmeyiniz. Ben eminim ki, o sizden memnun olmayacaktır. Fakat hiç olmazsa Türkiye'de gerçeği görenler olduğunu bilsin.


Dr. Gürbüz TURGAY’ın “ Neden Atatürk Hepimizin 1 “ isimli kitabından alınmıştır. 


Yazının Devamı

ŞAM GÜNLERİ

Mustafa Kemal yeni birliğinde bir gün eğitime çıktıkları sırada bir grup yöre halkını savaş düzeninde kendilerini izlediklerini görür. Diğer komutanlar hemen ateş açılmasını isterler. Mustafa Kemal, kararlı bir şekilde “Kimse ateş açmasın. Ben onları iyi tanırım. Dürüst insanlardır. Biz onlara ateş etmedikçe, onlar da bize ateş etmezler” der ve atını sürer, yanlarına gider. Konuşur ve yerli halk çekilir. Diğer subaylar büyük bir zafer kabul ederler. Zaferi hemen saraya bildirmek isterler. Bunun zafer olmadığını, kendilerinin çekildiğini anlatır. 

Mustafa Kemal boş durmaz, kitap okur. Notlar tutar, 22 Ağustos 1905. Ahmet Mithat Efendi’nin Cinayet Yahut Öreke Taşı romanını okur. Bu kitap, Türk edebiyatının ilk polisiye romanıdır“ Kendimi İstanbul’da hissettim” der. 11 Kasım 1905. “ Benjamin Franklin’in biyografisine ait bir eseri okudum” der ve onun insanların uymak zorunda olduğu 13 erdemli davranışı not düşer. ( Ölçülü olmak, Sessizlik, Düzenlilik, Kararlılık, Tutumluluk, Çalışkanlık, Samimiyet, Adalet, Ilımlılık, Temizlik, Huzur, İffet, Alçakgönüllülük) Bu özellikler, hayatında da uygulayacağı davranış güzelliklerinden olacaktır. 

Fırsat buldukça Suriye’nin her yerini gezmeye çalışır. Havran ve Kuneytıra’da çıkan ayaklanma ve anlaşmazlıkların bastırılmasındaki askeri kudreti, halk ve memleket sevgisi ile arkadaşlarına örnek olur. 

Bir gün Şam sokaklarını gezerken tesadüfen oraya sürülmüş Dr. Mustafa Cantekin’le karşılaşır. Cantekin, Tıbbiye son sınıfta tutuklanmış, üç yıl ceza almış, Şam’da ticaret yapmaktadır. Konuşmalarının konusu imparatorluğun içine düştüğü durum ve alınması gereken tedbirlerdir. Doktor “ Darbe yapılmalı”, Müfit ise “ Savaşmamız gerek. Özgürlük için ölmeliyiz” der. Mustafa Kemal düzeltir: 

“ Sorun ölmek değil, amacımızı gerçekleştirmektir” diye yanıt verir onlara. 

VATAN VE HÜRRİYET CEMİYETİ

Bir gece “ Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni” kurarlar, 1906. “ Yalnız özgür insanlar vatana yararlı olabilirler. Yalnız o insanlar vatanı kurtarıp kollayabilirler. Bütün gelişmelerin temeli özgürlüktür.” 

Cemiyetin birer şubesini Beyrut, Yafa ve Kudüs’te kurarlar. Beyrut’ta Müfit’le birlikte Ali Fuat’la buluşurlar. Ona 5. Ordu bölgesinde Cemiyetin gelişme imkânı yok, Makedonya’da hızlı bir gelişme olabilir, der. Vapurla Yafa’dan önce İskenderiye’ye, sonra da Selanik’e geçer. Annesine kavuşur. Dört ay geçici rapor alır. Rapor dikkat çeker. Çünkü onun görev yeri “ gidip gelmesi uzak bir yer” olarak seçilmişti… Selanik’te Ömer Naci ve diğer arkadaşları ile buluşur. Nisan 1906’da Cemiyetin Selanik şubesi kurulur. 

Bir gece Müstahkem Mevki Komutanı Şükrü Paşa’nın evine gider. Ona Cemiyet başkanlığı teklif eder. Karşılığında Şükrü Paşa: “ Beni yakma!”der…( cesaret ve korkusuzluk, kararlılık!) 

Bu sırada Saray’ın haberi olur. Hemen Şam’a geri döner. Hakkında açılan soruşturma 5. Ordu Komutanı Mareşal Hakkı Paşa’nın yardımı ile kapatılır. 20 Haziran 1907’de ( kolağası) kıdemli yüzbaşı olur. İki yılı dolmuştur. Yine Hakkı Paşa’nın koruması ile isteği doğrultusunda Manastır’daki 3. Ordu merkezine tayini çıkar. 

Şam’dan geçici olarak Selanik’e gelir. Selanik’te eski arkadaşı topçu Hüsrev Sami Kızıldoğan, Ömer Naci, Bursalı Tahir ve Öğretmen Okulu Müdürü Hoca Mahir de onlara katılır. Mustafa Kemal onlara, Şam’da kurdukları Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin ilkelerini anlatır. Arkadaşları kendisini hayranlıkla dinlerler. Hüsrev Sami, “ Niye burada da böyle bir örgüt kurmuyoruz?” diye sorar. “ Rumeli’nin ve Makedonya’nın koşulları böyle bir örgütün burada kurulmasına elverişli değil mi ? “ 

Mustafa Kemal, 

“ Elbette daha elverişli” diye yanıt verir.  “ Millet zulüm ve istibdat altında mahvoluyor. Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kuruluşun esası özgürlüktür. Tarih, bugün bizlere bazı büyük görevler yüklüyor. Bu amaçla Şam’daki cemiyeti kurdum. İstibdatla savaşa başladık. Şimdi gizli çalışmak ve örgütü geliştirmek zorundayız. Sizden özveri bekliyorum. Bu kahredici istibdat rejimine ancak devrimle yanıt vermek gerekir. Köhneleşmiş olan bu yönetimi yıkmak, ulusu egemen kılmak ve vatanı kurtarmak için sizi göreve çağırıyorum” 

Mustafa Kemal’in bu konuşması odada büyük bir coşku yaratır. Toplantıya katılanların her biri teker teker söz alarak, 

“ Seninle aynı düşünceyi paylaşıyoruz” derler. “ Vatan ve Hürriyet’in Selanik Şubesini hemen burada, bu akşam kuracağız” 

Hüsrev Sami, belinden tabancasını çıkararak masanın üzerine koyar, 

“ Arkadaşlar” der, “ Mustafa Kemal’in söylediklerine uyacağımıza, vatan ve özgürlük için gerektiği zaman canımızı vereceğimize hemen yemin edelim “ 

Tabanca elden ele dolaşır. Her biri teker teker silahı öperek, “ Namusumuz üzerine söz veriyoruz, vatanı kurtarıncaya kadar savaşacağız” derler. 

Mustafa Kemal, 

“ Arkadaşlar” der, “ Vatanı kurtarmak için şimdi her zamankinden çok gayret ve özveri gerekiyor. Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz. Göreceksiniz koca bir devlet nasıl yıkılıp gitmiş. Biz Endülüs’e benzemeyeceğiz. Bütün arkadaşlarımızın bunun bilincine varıp canla başla çalışmaları gerekir. Tembellikten hiçbir şey çıkmaz. Hiç durmadan, yorulmadan bütün tehlikeleri göze alarak savaşacağız. Biz Arapları değil, vatanı kurtarmak için Trablus’a gidiyoruz. Vatanın sınırları nereye kadar uzanıyorsa orada savaşacağız” 

“ Türkiye, Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk’e! 

“ Daniel Dumoulin 



                                                                          SELANİK 

Şam’da 1,5 yıl kaldıktan sonra Manastır’daki 3. Ordu’ya tayin oldu. Aynı zamanda Üsküp Selanik Demiryolu Müfettişliğine atandı. Hareket Ordusu Kurmay Başkanlığı bildirisini yazdı. 3. Ordu Kurmay Başkanı oldu. Yaş 28! 1910… Kara Vasıf, Kazım Özalp, Nuri Conker ve Şükrü Naili’yi alarak cepheye gitti. Bir aydır bastırılamayan Arnavutluk isyanını bastırdı. 

Osmanlı ordusu ezici bir zaferle Edirne’ye ilerliyordu. İşte tam o sırada Enver Bey bir süvari birliğinin başına geçerek, bütün askerlerden önce 21 Temmuz 1913’te Edirne’ye girdi ve bir kurtarıcı gibi karşılandı. Oysa bu zafer hiç de onu başarısı değildi ama zaferin meyvelerini herkesten önce toplamasını bildi. 

Enver Bey, artık ulusal kahraman sayılıyordu. Albay bile olmadan generalliğe yükseldi. Hanedandan Naciye Sultan’la evlendi. Harbiye nazırlığını da üstlenerek Genelkurmay Başkanlığına atandı. 


KAYNAK : Op. Dr. Gürbüz TURGAY’ın “Neden Atatürk Hepimizin 1” isimli kitabından   



Yazının Devamı

EFSANE RUMMENİGGE ve adalet

EFSANE RUMMENİGGE ve adalet

Bayern Münih’in yönetim kurulu başkanı, efsane futbolcu Rummenigge, 2013’te, kulüpler  birliği toplantısı için Katar’a gider.     

     Dönüşte, Münih havalimanına iner.

     “Gümrüğe beyan edeceğiniz mal var mı?” diye sorarlar.

   “Yok” der.

 Bizim havalimanındaki polisler gibi sırıta sırıta hatıra fotoğrafı çektirelim diyeceklerine, “bavulu aç” derler. 

     Çünkü orası Almanya… 

     Vay efendim ben Rummenigge’yim, efsaneyim filan, istersen cumhurbaşkanı ol, hikaye…

     “Bavulu aç!..” 

 İki tane Rolex saat çıkar bavuldan. 50’şer bin Euro’dan iki Rolex.

Kaçakçılıktan gözaltına alınır!

     “İçişleri bakanını arayayım da, gelsin benim önüme yatsın” diyemez.

     Demeye kalksa, biliyor ki tutuklanır.

     Augsburg gümrük dairesinin başvurusuyla, Landshut mahkemesinde yargılanır.

     “Adalet bakanını arayayım da, şu savcıya telefon etsin, baskı yapsın, beni kurtarsın” diyemez. Demeye kalksa, biliyor ki, bakanı da tutuklarlar!

     Deliller incelenir.

     140 gün hapis cezası verilir.

     İstersen paraya çevir, istersen gir içeri yat denir.

     “Parasını ödeyeyim” der.

    Hay hay derler, “kaç para maaş alıyorsun, günlük gelirin kaç paraya denk geliyor?” diye sorarlar. 

     Günlük gelirini 1785 Euro olarak beyan eder. 1785 Euro’yu 140’la çarparlar, 249 bin 990 Euro’yu geçirirler Rummenigge’ye!

     Saatler 100 bin Euro, ceza, 250 bin Euro.

     (Gelirin ne kadar yüksekse, cezan da o kadar yüksek oluyor. Hırsız zenginse, fakir hırsıza nazaran daha ağır bedel ödüyor. Alman sistemi, yolsuzlukta bile sosyal adaleti sağlıyor. Kaçırılan malın değeriyle ilgilenmiyor, kaçıranın malının mülkünün değerine göre ceza kesiyor. Mesela, günlük geliri iki katı olsaydı, aynı miktarda kaçakçılık için, 250 değil 500 bin Euro geçireceklerdi Rummenigge’ye.)

     Neyse, 250 bin Euro’yu öder.

     “Artık gidebilir miyim” diye izin ister.

     “Dur hele bakalım” derler, “sen bu saatleri kaç paraya satın aldın?” diye sorarlar. Faturayı göstermesini isterler.

     Eee, fatura yok.

     “Hediye edildi” der.

     Hani, bizim bakana “nedir bu sana gelen kutular?” diye sormuşlar, bizim bakan da “hediye çikolata geldi, hediye Türk geleneğidir” demiş ya… 

     Rummenigge de öyle demiş yani… 

     “Hediye Arap geleneğidir, şeyh cebime sokuşturdu” demiş.

     Gel gör ki, Almanya’da da bi gelenek var. 50 Euro’dan pahalı hediyeye yüzde 30 vergi ödemek zorundasın.

     Dolasıyla, bi 30 bin Euro da burdan geçirirler Rummenigge’ye!

     “Artık gidebilir miyim” diye izin ister.

     “Dur hele bakalım” derler.

     Almanya’da 90 günden fazla hapis cezası alırsan “sabıkalı” oluyorsun. Paraya çevirdim filan, nafile… İstersen Rıza Sarraf gibi altına çevir, gene olmuyor.

Sabıkanı “sıfırla” yamıyorsun.

     Sicil kaydına sabıkası işlenir.

     Saatler kendisine teslim edilir.

     “Buyrun, artık güle güle takın, iyi günlerde kullanın" denir.         Adalet bu mu dersiniz. Yoksa...

Yazının Devamı
Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır Dada Medya
Web Tasarım - Sosyal Medya Yönetimi - Reklam Ajansı - Video Çekim - Grafik Tasarım - Niğde Ajans