90’lı yıllar, bir inşaatıma ısıcam taktırmam gerekiyor fakat Niğde de henüz ısıcam fabrikası yok.
Isıcam siparişi vermek düşüncemle Kayseri de bulunan isim yapmış bir fabrikaya gittim. Görüşmek için patronun odasını işaret ettiler. Niğde’den geldim, 18 dairelik ısıcam almak istiyorum dedim. Elinde bir aletle oynuyor hoş geldiniz, oturun falan demek yok, yüzüme bakmadan konuşuyor. Arkadaş da kibir tavan yapmış. Fiyat falan sormadan fabrika sizin mi diye sordum, gururla “Benim” dedi. Hayırlı olsun deyip iyi günler demeden çıkıp gittim. Isıcamı da başka yerden aldım.
İki yıl geçti. 24 dairelik başka bir inşaatım cam takılma seviyesine gelmiş, Niğcam Fabrikası da yakın zamanda üretime başlamıştı. Henüz görüşmedim ama camı Niğcam’dan almak da kararlıyım.
Muzaffer Önügören beyle büromuzda oturuyoruz. Genç bir bayan geldi, mimarmış. “Atilla Bey Kayseri’den sizinle görüşmeye geldim. X beyin çok selamı var. Binanıza cam alacakmışsınız, size yarı fiyatına cam vereceğiz” dedi.
Hoş geldiniz, ne içersiniz diyerek ikramımızı yaptıktan sonra, hanımefendi sözüm size değil, söyleyeceklerimi X beye olduğu gibi iletmenizi rica ediyorum dedim. “Tabii ki iletirim“ dedi. Benden de kendisine çok selam söyleyin, iki yıl önce cam siparişi için gittiğimde X bey yüzüme bakmadan konuşmuş bende çıkıp gitmiştim. Niğde’de ısıcam fabrikası açıldığı için sizi ve selamını gönderdi. Amacı, yeni açılan fabrikanın müşterilerini kendine yönlendirerek Niğde’de açılan fabrikayı zor duruma düşürür fabrika kapanırsa, şimdi yarı fiyatına vereceği camların parasal acısını fazlası ile çıkaracak. Ben camı iki misli fiyatta olsa Niğcam’dan alacağım ve onun oyununa gelmeyeceğim dedim.
Misafirimiz gitti, bizde camımızı Niğcam’dan alarak hemşehri desteğimizi göstermiş olduk. 03.03.2025
Elli yaşımda yazdığım bir şiirimle de dünya telaşımızı hatırlatıp ramazanınızı kutlamak istedim.
FANİ DÜNYA
Koş durma delice
Çırpın didin gönlünce
Fani dünya bitince
Bilmem sonun ne olur
Gece gündüz koşarsın
Dere tepe aşarsın
Elliyi buldu yaşın
Bilmem sonun ne olur
Ders almazsın gidenden
Yok ki haber gelenden
Var mı selam dedenden
Bilmem sonun ne olur
A.Yıldız
Tüm dünyada, insanların doğuştan itibaren aile yapısından başlayarak bulunduğu ortam ve bulacağı imkanlar gelecek yaşantısında ve yeteneklerinin ortaya çıkmasında önemlidir.
Yaşadığı ortam ve çevresinde bulunanların, kişinin yeteneklerinin bilhassa duygularının yani şairlik, yazarlık, bestekarlık gibi yeteneklerinin açığa çıkmasında olumlu veya olumsuz etkileri büyüktür.
Bilhassa Türk sanat müziğimizde ölümsüz eserler bırakan güftekar ve bestekarlarımızın çoğunlukla İstanbul’da denizin, boğazın, adaların, kayıklarda izlenen mehtabın duygu yüklü mistik ortamında yaşadıklarını ve bu güzel eserleri bizlere bıraktıklarını biliyor ve gıpta ediyoruz.
Tabii ki musikimizin değerli eserlerinin sadece bahsettiğimiz mistik ortamlarda yapılan eserler olmadığını, Anadolu’nun muhtelif, bilhassa kırsal yörelerinden de çok değerli üstat sanatçılarımız ve eserleri ile sahibi belirsiz, anonim dediğimiz nice türkü, gazel, bozlak gibi eserlerin de ölümsüzleşerek halkın gönlüne yerleştiklerini biliyoruz.
Ömründe deniz, kayık görmemiş isimsiz sanatçı hatta bestekar denilebilecek nice çobanlarımızdan doyumsuz bozlak, gazel dinlemişizdir.
Kırsal yöre şair ve bestekarlarımızın duygularını bir şiirimle anlatmak istedim.
BOZKIR DA ŞAİRLİK
Ne adamız oldu ne de Moda’mız
Ne de kayıklarda gezdik biz
Saz ve mehtap bizim aşkımız
Yürek yakan türküler söyleriz biz
Bazen de duygularımız coşar
Ağıtlar şiirler şarkılar yazar
Hayalen vuslata koşar
Hem okur hem de ağlarız biz
Bozkırdır bizim Moda’mız
Taşlı tepedir Büyük Ada’mız
Mesire yeridir karlı yaylamız
Mutlu olur coşar oynarız biz
Bebek, çocuk, kadın, öğretmen vs. demeden binlerce masum insanımızı katleden, vatan hainlerine gönderilen sevgi mesajlarını okudukça aklıma bir kitabımdan alıntı yapmak geldi.
ALTIMA HALI SERDİLER
Köyün dağlarında eşkıya vardır. Muhtar köylüye çaktırmadan eşkıya ile iyi geçinir, hatta gizli gizli de görüşürler.
Bir gün eşkıya tarladan dönen beş altı kadını dağa kaldırır. İçlerinde muhtarın karısı da vardır.
Namus meselesi olunca silahlanıp muhtar önde köylüler arkada eşkıyaya baskına giderler.
Muhtar içinden “Benimkine dokunmamışlardır.” Diye düşünür.
Kalabalık köylünün geldiğini gören eşkıya kadınları mağara da bırakır kaçar.
Muhtar sorar hanımına “Ne yaptılar?” diye. “Hepimize tecavüz ettiler,” der hanımı. Muhtar tekrar sorar “Sen söylemedin mi muhtarın hanımı olduğunu?”. Hanımı da “Söyledim, benim altıma halı serdiler,” der. 29.09.2025
İnternet yaygınlaşınca sosyal medya dediğimiz çeşitli siteler de haberler, yorumlar, paneller vs. ile dilediğimiz kişinin, siyasetçinin, gazetecinin, hatta Zekeriya Öz ve benzerleri hukukçuların düşünce karakteri hatta etik değerleri hakkında bilgi sahibi olmamız kolaylaşmıştır.
Yediklerinin resmini veya ismini, eşinin plajda resmini, bindiği arabasını, hasta olan ne bileyim nesini vs.vs. paylaşarak fazla araştırmaya gerek bırakmadan kendilerini afişe ederek mutlu olduklarını sanıyorum.
Diğer taraftan, düşüncelerini pervasızca paylaşan yürekli insanlarımızın yanı sıra sadece takipte kalıp suya sabuna dokunmayan, her görüşü destekleyerek açıktan mavi boncuk dağıtan insanlarımızı bazen gülerek bazen de onların yerine utanarak tanımış oluyoruz.
Ayrıca; görevi icabı gündeme göre gerekirse beyaza siyah, siyaha beyaz demekten sıkılmayan hatta desteklediği kişi fırıldak gibi dönerse o da dönmeye başlayan profesyonel trolleri zaten tanıyor, “Görevlerini yapıyorlar, fazla ciddiye alınacak kişilikleri olsaydı zaten kalemlerini satmazlardı.” deyip geçiyoruz.
En fazla dikkat çekenler ise; yıllardır savundukları görüşlerin tam tersini hararetle savunmaya başlayan, bir cenahtan diğer cenaha kaydığını hissettiğiniz kişilere şaşıp kalıyor, anlam veremiyorsunuz. “Bekleyelim bakalım çıkar kokusu.” deyip zamana bırakıyorsunuz.
Çok geçmeden duyuyorsunuz ki ya kendisi ya da bir yakını bir yerlere gelmiş veya usulsüz kredi almış, arsa kapatmış vs. Yani en kolay olan yalakalık yolunu seçip anapara yatırmadan nemalanmayı tercih etmiş.
Tabii ki bunlar eskiden beri olan işler olsa da eskiden mümkün mertebe gizli yapılır, birazda utanılırdı. Şimdi ise sırıtarak yapılan rutin işlerden sayılıp çokları tarafından olağan görülmesi ahlaki yönden de nerelere geldiğimizi göstermez mi ?
08.09.2025
Yazının DevamıBir vatandaş sattığı yazlıktan aldığı dört milyon lira kadar parayı bankaya yatırmaya gitmiş. Bankada görevli paranın kaynağını sormuş. O da satışı gerçek değerinde gösterdiği için durumu çekinmeden anlatmış ve yatırmış. “Satışta değeri düşük göstermiş olsaydım yatırmadan çıkacaktım” diye anlatıyordu.
Oysa daha önce böyle bir uygulama olduğunu duymamıştım. Araştırınca öğrenmiş oldum. 2023 yılında vatandaşın banka hareketlerinde durumuna göre yüksek tutarlı para hareketleri olursa Masak (Mali suçlar araştırma kurulu) tarafından vergi incelemesi yapılması için yasa çıkarılmış.
Devletten aldığından değil verdiğinden onur duyan bir vatandaş olarak uygulama hoşuma gitti. Zira adaleti ve ekonomisi bozuk ülkenin güçlü ve geleceği parlak ülke olması mümkün olmadığından siyasi beka sorunu değil gerçek beka sorunu olacaktır.
Buraya kadar güzel de 2003 yılından itibaren niçin -Nereden buldun yasasını- kaldırdık ve isimleri vergi listelerinde gözükmediği halde İstanbul boğazında, Londra da, Amerika da vs villalar alan hızlı zenginlerimizi sorgulamadan muaf tuttuk anlamak da aciz kalmaktayım.
Böylesine ikilemli uygulamaları sade vatandaşın vergi kaçırmak için vicdanını rahatlatıcı bahane olarak görmemesi mümkün müdür.
Oysa vergi de askerlik kadar kutsal bilinmelidir.
Banka gişesinde beklerken yan gişede deste deste paranın büyükçe valize yerleştirildiğini görünce ister istemez kulak misafiri oldum. Araç alışverişinde satıcı parayı nakit istemiş, tamamı iki yüz liralık olan üç milyon lira parayı büyükçe bir valize zor sığdırdılar. Sanırım ağırlığı da on kilograma yakındı. Abartmış demeyin, yüz elli adet yüzlük deste tabii ki valize ancak sığıyor.
Otuz yıllık müteahhitlik mesleğimde, defalarca daha büyük miktarlar da para alış verişim olmasına rağmen valizle para taşındığını hiç görmediğimden şok oldum.
Halbuki 2005 yılında paramızdan altı sıfır atınca bir milyon yerine bir lira kullanmaya başlamıştık, bir çok vatandaş da “Enflasyon bitti, ucuzluk geldi,” zannetmişti. Anlaşılan attığımız sıfırlar yirmi yıl içinde hızlıca, biraz da artarak geri dönmüşler, aynı dönemde devletimizin yüzlerce malının özelleştirme diyerek satılmış olmasına rağmen.
Oysa bizim 2005 yılında attığımız sıfırlar 1950’lerde gelmeye başlamış ancak elli yılda altı tane olmuştu.
Enflasyon gündemim olunca bir anekdot hatırladım. 1967 yılında 95.000 liraya aldığımız kamyonun aynısının biraz daha gelişmişini 1969 yılında yani iki yıl sonra aynı şartlarda 100.000 liraya almıştık. Demek ki iki yılda yüzde beş artış olmuş.
İyi ki internet üzerinden para transferleri başladı da nakit taşıma olayı çok azaldı. Aksi takdirde para taşıma valizleri modası başlayacaktı. 02.06.2025