yandex
DİRİLİŞ AYDINLIĞINDA | Murat Soyak | Köşe Yazıları | Niğde Anadolu Haber
  • DOLAR
    42,1753
    %0,21
  • EURO
    48,6774
    %0,07
  • G. Altın
    5.417,91
    %0,55
  • Ç. Altın
    8.953,99
    %0,00
  • BIST
    11.029
    0
  • BITCOIN
    101,789.163
    0.65
  • ETHEREUM
    3,340.642
    1.26
  • DOLAR
    42,1753
    %0,21
  • EURO
    48,6774
    %0,07
  • G. Altın
    5.417,91
    %0,55
  • Ç. Altın
    8.953,99
    %0,00
  • BIST
    11.029
    0
  • BITCOIN
    101,789.163
    0.65
  • ETHEREUM
    3,340.642
    1.26
Murat Soyak

DİRİLİŞ AYDINLIĞINDA

: 07-11-2025

İstanbul’da ikindi suları… Şehrin dinmeyen uğultusu, caddelerde pür telaş. Nedir bu hız?

Namazdan sonra Kadıköy iskelesine yöneldi. Ak düşmüş saçlarına, alnı genişçe, yüzünde hüzün izleri, kalın çerçeveli gözlüğün ardında ışıltılı bakış, orta boyda… Hemen her gün Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçer. Yayınevi ikinci adresi dense yeridir. Yıllar yılı bu böyle.

Yazdığı eserlerde cümle cümle baharı duyurdu. Güle çağırdı insanlığı. Yaşadığımız meseleleri sınır taşlarını aşan bir bakış ile yorumladı. Yol gösterdi bir ömür. Başımıza gelen sıkıntıların, yıkımların nedenleri, niçinleri üzerinde durdu. Bu ülkede bütün çabası köklü, derin bir tefekkürün oluşması için. Umudu yoldaş bilip yürüdü.

Ardında siyah dumanlar bırakan vapur Kadıköy iskelesine doğru ağır ağır yaklaşıyor. Deniz sakin bugün. Küçük işyerleri iskeleye yakın sıralanmış. Denize nazır çay ocaklarında gazete-dergi okuyanlar, sohbet edenler göze çarpıyor. İlkbahar günleri…

Rıhtımda bekleyen kalabalık, vapurun iskeleye yanaşmasıyla birlikte hareketlendi. Vapurdaki yolcular indikten sonra bekleyenlere yol verildi.

Martılar uçuşuyor. Yiyecek aramaktan yorgun gibiler. Denize teğet geçişleri bir balık için. Kıyıya vurmuş pet şişeler, gazeteler, poşetler…

Vapur büyük bir gürültüyle hareket edip karşı kıyıya yöneldi. Denizi yara yara yol almakta. Çevresi köpükler içinde…

  Arada gezinenler var. Güvertede yer bulan sevinir elbet.

—Çaylar sıcak, tavşan kanı çaylar!

—Var mı simit isteyen?

 Vapur içi bir âlem; insan sıcaklığı taşır.

 Pencereye yakın bir koltuğa yavaşça oturdu. Çantasını dizinin üzerine aldı. Denize bakıyor. Nazlı dalgaların seyrinde geçmiş günlere gidiyor. Bu kaçıncı bahar? Hatıralar sökün etmekte şimdi.

 Çocukluğu, gençlik günleri, üniversite yılları, mesleğe geçişi, dostları, dergi yayımlama çabası, yaşanan sıkıntılar, yazılan kitaplar…

  Eminönü iskelesine yanaştı vapur. Oturduğu yerden kalkıp denize bir daha baktı. Sonra çıkışa doğru yürüdü. Çoğalıyor gürültü.

  Bab-ı Âli yokuşuna yöneldi. Memleketin nabzı bir zamanlar burada atardı. Kimler geldi, kimler geçti? Kâğıt ve mürekkep kokardı buralar. Şehrin yaşadığı değişimleri düşündü bir ân. Soluklanıp yürümeye devam etti. Adımları bir kararlılığın ifadesiydi.

    İman ile aşk ile sabır ile diriliş aydınlığında…


“HAY HAY HAYAT” KİTABI

metin, ekran görüntüsü içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.

    İbrahim Demirci’nin son dönemde yazdığı yazılar “Hay Hay Hayat” adıyla kitaplaştı. Hayata ve insana dair yalın, inceden denemeler.

  “Yaban Ördekleri” isimli yazıdan: “…Ne çok kar vardı! Eskiden ne çok kar yağardı Konya’ya! Dünyaya, evet, dünyaya, ne çok kar yağardı eskiden…” Daha çok çağrışımlarla ilerleyen bir yazı ve tetikte bir dikkat sürekli.

    “Karlı Yazı”isimli yazının ilk cümleleri: “Çocukluğumda kar, kış sabahının şaşırtısı olurdu. Beyaz ve büyük, beyaz ve güzel, beyaz ve serin, beyaz ve temiz…” Karın yağması bir sevincin, güzelliğin işareti. Eski kışlar şimdi uzak… “Hayret ovasının üstünü ansızın kaplayıverirdi hayranlık” Karın, soğuğun, kışın işlendiği sımsıcak bir yazı bu. “Kar, altında ne devinimler saklar.” Kış bütün güzelliği, bereketi ve sertliği ile yazılara sinmiş adeta.

     “Nasılsınız” yazısı gündelik konuşmaların, kalıplaşmış ifadelerin irdelendiği kısa, etkili bir yazı.

     “Otobüs Durağındaki Cümle” isimli yazıda durakta ‘otobüs beklemek’ varken, ‘toplu ulaşım aracı’ bekleyen kişilerin yapay ifadeleri eleştiriliyor. Dilin özensiz kullanımı bir olay aracılığı ile anlatılmış. Yazar, gün içinde şahit olduğu bir konuşmadan hareketle dil-insan ilişkisi ve yaşanan sorunları izah etmiş.

      “Sessiz Nutuk Denemesi”nde günümüzde yaşanan çözülmeye karşı hakikat bilgisi ile donanmanın çağrısı okunuyor: “Varlığımızı ve tüm varlıkları anlamlı kılan hakikatin toprağına karışmak, onunla karılmak, onda kök salıp boy atmak; suyuna kapılmak ve katılmak, o suyla katıklarımızı eritmek, doymak ve arınmak…” Bir de iyiliği söyleyip; kötülükten sakındıran kişileri doğru anlamanın gereği üzerinde durulmuş. 

     “Her Şey Yarılıyor” isimli yazı yine kış çevresinde gelişiyor.  Gün içinde yaşanan meseleler, aksaklıklar dile getirilmiş. Yazının bütününde sorgulama ana damar.

      “Ekmek” yazısı, hikâye tadında. Ekmek, nimet, hürmet… Bize dair bir dünya içtenlikle anlatılmış.

       “Toz Toprak” yazısında şantiye görüntüsünden bir türlü kurtulamayan sokaklar, mahalleler gündeme gelmiş. Hepimizin şahit olduğu aksaklıklar…

        “Kahrolsun Bölücülük” isimli yazıdan bir tespit: “Asıl bölücülük, insanın ve insanlığın bölünüp parçalanmasıdır, hakkın ve hakikatin lime lime edilmesidir.”

        Çarpık kuralların, yasaların tenkid edildiği bir yazı: “Yasa Dışı Yolculuk”

        “Yeni Camide Teravih Namazı” yazısında cami mimarisi, estetik algı ve cemaat bağı işlenmiş. Özgürlüğün sağlayacağı iyilikler vurgulanmış.

        Değişen zaman, alışkanlıklar, zamane gençleri ve nimet, şükür, iyilik tahkiye metodu ile “Allah Islah Etsin” isimli yazıda anlatılmış. Metnin bütününde insan sıcaklığı… 

        Gün içinde yaşanan bir olaydan hareketle gelişiyor metin: “Sadece Gevşemiş”. Eşyada, zamanda, olaylarda saklı duran hikmete doğru yolculuk. Evet, İbrahim Demirci’nin bu anlatımı, dikkati, hemen bütün yazılarında görülüyor.

        Değişen şehir hayatı… Hayatımızdan çekilen güzellikler: Sadelik, ahenk, yakınlık, samimiyet… Yazar, çocukluk günlerinden başlayarak Konya’daki değişimi “At Arabaları, Faytonlar” yazısında özetlemiş. Şimdi şehirden uzak atlar, at arabaları… Hüzün, cümle cümle sıralanmış.

        Yolda dökülen elmalar, elmaları toplamaya çalışan kadın, trafik, ışıklar… “Neden o poşetin ağzını bağlamadı o kadın? Bağlasaydı o elmalar böyle dökülmezdi.” Somut bir veriden, olaydan kaynağını alan ve sonrasında düşünce boyutu ile işlenen “Bağlar Bağlar”. Bağ ve bağlanmanın anlamı, önemi vurgulanmış.

       “Allah’a evet, puta hayır!” diye başlayan ve kabullerin, karşı çıkışların ifade edildiği yazı: “Evet, Hayır”.

    Günümüzdeki sığ espri anlayışı, bilgi eksikliği, noksanlıklar ve bütün bunların dile, kültüre yansıması “Saçmalama” ve “Tiyatro, Vodvil, Hayat Fars” isimli yazılarda dile getirilmiş.

    Çatmak fiilinden hareketle oluşturulmuş okunaklı, sevimli bir yazı: “Çat”. Kelimelerdeki çok anlamlılık karşılıklı konuşmalar ile işlenmiş. 

     “Boşluklar” yazısında da benzer bir üslup görülüyor. Yazının iskeleti karşılıklı konuşmalar ile kurulmuş. ‘Boş, boş sözler, boş boş oturmak, boş bir kâğıt’ gibi kelime gruplarının çağrışımları ile gelişen bu yazıda boş vermişliğe, anlam boşluklarına inceden bir eleştiri var. 

     “Mahrem Sorular”da yorgunluğa, yılgınlığa itiraz okunuyor. “Bismillah, ateşlemeye yetmez mi yorulan kanı?” Sorular, sorgulamalar…  Yeniden başlamanın, yürümenin cehdi saklı satırlarda.

      Bir bayram yazısı: “Uğu”. Acıların gündemde oluşu ve bayram. Dünyayı adeta yaşanmaz kılan kötülük odakları ve insanın özünden, değerlerinden uzakta kalışı… “Bu bayram gününde bayram güzelliklerinden söz etmek niyetiyle oturmuştum makinenin başına. Olmadı.” Acılar içinde, hüzün yüklü.

     Hakikat asıl belirleyici olarak daima hatırda tutulmakta. Hakikat tarafında oluşunu şöyle izah ediyor yazar: “Biliyorum hakikat senden de, benden de, ondan da, hepimizden ve her şeyden de üstündür ve kim ne derse desin, ona yakınlığımızdan, ona yönelişimizden başka işe yarar bir şeyimiz yoktur ve olmayacaktır ve bu biliş ve bu bilişin sağladığı güven duygusundan başka kalbimi mutmain, kafamı dingin kılacak herhangi bir şey yoktur ve başka bir şeye esasen ihtiyacım da yoktur.”

      “Diriliş Rüzgârı” isimli yazıda Sezai Karakoç’u iyi okumanın, anlamanın gereği üzerinde önemle duruyor yazar: “Sezai Karakoç’a kulak versek, onun şiirlerini, yazılarını okusak, onların ruhumuza ve kalbimize yükleyeceği besleyici, coşturucu güçle donansak, ne güzel şeyler olacaktır! Orada özümüzü onaracak, gürleştirecek sözler var.” Üstadın eserlerinin çıkış yoluna işaret olduğu gerçeği bir kez daha vurgulanmış oluyor: “Sezai Karakoç’un, ezelî ve ebedî diriliş kaynağından beslenmiş olan eseri, bütün değirmenlerimizi döndürecek bir rüzgâr olarak esip duruyor. Bu rüzgârı duymak için, kulaklarımızı işler hâle getirmemiz yetecektir.”

      “Bir Ölüm” de yazar, ansızın çıkıp gelen ölümü etkili bir dille anlatmış. Bir arkadaşının vefatı üzerine kaleme alınmış bu yazı. Dokunaklı bir metin. Yeniden hatırlıyoruz gerçek olanı, ölümü!..

       Ve Ramazan hakkındaki yazılar… Yeni edebiyatımızda özellikle Sezai Karakoç ile başlayan Ramazan yazıları geleneği, İbrahim Demirci’nin bu eserinde de yerini buluyor. “Ramazan Kimdir?”, “Ramazan Notları”, “Ramazan’a Mektup”, “Ramazan Anıları”, “Düzen Bozan mı Geliyor?”, “Geliyor İşte”, “Tutuşabilecek miyiz?”, “Kirleticiler”, “Beklenen Gece” isimli yazılar kitapta önemli bir yekûn tutuyor. 

     Yöresel bir deyimden kaynağını alan ve kötülüklere, yozlaşmaya karşı bir yazı: “Demşek-lik”. Hem yöresel bir deyimin gün ışığına çıkışı var bu yazıda; hem de deyim üzerinden toplumsal çözülüşe, gevşemeye yöneltilmiş bir eleştiri var.

     Gündemdeki olayları, tavırları odağına alan yazılar da var. Meselâ “Hayvanlar Kadar Özgür”, “Memleket Nereden Geliyor, Nereye Gidiyor?” “Enkaz Tenakuzları” bu türden yazılar.

     Sade, içten, özü sözü bir insan anlatılmış “Ninemin Başörtüsü” isimli yazıda. 

     Kitapta şairimiz Mehmed Âkif Ersoy için müstakil bir yazı yer alıyor: “Mehmed Âkif Vesilesiyle”. İyi okuyup iyi anlamanın gereği özellikle belirtilmiş: “Âkif’in ruhu bizden hamasi sloganları tekrar etmemizi değil, dinamik hayat düsturlarını kuşanarak harekete geçmemizi bekliyor. Bu hareket, tabiatı gereği, düşmanlarının alçaklığına gönül indirmeyen yüce ve yapıcı bir harekettir.”

     Yazmak, bir anlamda hatırlamak ve hatırlatmak. “Patlamalar” yazısında çocukluk günleri hatırlanır. Ana yurda, çocukluk çağına yolculuk.

     Aile ortamını, evi, iyilikleri işleyen yazılar: “Sessiz Patlama”, “Bu Para O Para Değil”, “İnşallah, Öyle Olmamıştır”, “Ona Ne Denirdi?”, “Afiyet Olsun”, “Bilmiyorum”

      Değişim bir sel gibi geldi. Sonrası yıkım, yenilgi… “Hayat, bir zamanlar evimizin avlusuydu.” Şehirleşme, betonlaşma karşısında sızlayan bir yürek ya da “Hayata ve Hayâta Dair”: “Apartmanlar yapıldı sonra, siteler inşâ edildi. Evlerin çoğu önce bağsız bahçesiz bırakıldı. Sonra hayatlarına göz dikildi. İnsanların çoğunun hayâtında artık hayata yer yok! Hayatlardan kalanlar bölük pörçük anılar…”

     Şair İbrahim Demirci, “Şiirden Kaçış” yazısında şiir ile olan yakınlığını sorgulamış: “Şiir mi? Şiirden epeydir uzaktım. Şiir yoktu. Şiir benden kaçıyordu. Hayır hayır, ben şiirden kaçıyor, şiire bakmaktan, ona yaklaşmaktan, onunla yüzleşmekten korkuyordum sanki.” Şair, yeniden şiire dönecektir elbet. Suskunluk, için için bir şiirin kuruluşu. Şiire uzak kalışını “kötü durum” olarak ifade eden şair, yeniden başlamanın, yönelişin işaretini de verir: “Bu kötü durumdan kurtulmak için bir şeyler yapılmazsa, yapmazsam, yazık olacak!”

     Küresel ısınma günlerinde yüreğimize su serpen, umudu çoğaltan bir yazı: “Su Serpintileri”. Medeniyetimiz, özünde su ile çeşmeler ile görünür. “Suyun izzeti üzerinde düşünsek bizim de izzetimiz artar mı? –Artar. Mülk suresinin son ayetini okusak meselâ, başlamış oluruz suyu düşünmeye”

     Hayattan, insandan kopuk bir edebiyat anlayışı nihayetinde karanlığı, kaosu çoğaltır. Oysa ki yazılanlar çıkış yolu için işaret olmalı. Yaşanan acılara, haksızlıklara duyarsızlık nereye kadar? Yazmak, hakikate yakınlığın da bir vesilesi. “Hay Hay Hayat” kitabında ‘hayat’ ile ‘edebiyat’ bir arada. Olup bitenleri gözlemleyen, sorgulayan ve hikmet ışığında yol gösteren yazıların bir toplamı. İbrahim Demirci, bu kitabında işlediği konular ve sağlam anlatımı ile örnek bir duruş gösteriyor. 

       Yazılar genel itibarı ile deneme türünde. Bu toprakların rengini, kokusunu da taşıyan sahih bir dil. İnsanın halleri daha çok karşılıklı konuşmalar ile, öyküleme metodu ile ifade edilmiş. Türkçe üzerine derin bir sevgi, dikkat ve özen. Kıyıda kalmış bir kelime, deyim yaşanan olay çevresinde ışıldıyor, adeta yeniden hayata katılıyor. Kısa ama anlam evreni ile yoğun yazılar. 

        “Hay Hay Hayat”, hoş geldin!

metin, ekran görüntüsü içeren bir resim Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir. image widget
Yazının Devamı

ERDEM BAYAZIT ŞİİRİ

metin, poster, yazı tipi, grafik tasarım içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.


MURAT SOYAK

 “Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı

Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında

Direnen insanlığın

Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak

Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana

O inanmışlar çağının”

  Yazıya şairin “Birazdan Gün Doğacak” isimli şiirinden bir iktibasla başladım. Umudu, muştuyu çoğaltan bir şiir…

“Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü

Çatlayacak yalanın çelik kabuğu

Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu”

    Erdem Bayazıt’ın ilk şiir kitabı “Sebeb Ey” 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları (2. baskısı Akabe Yayınları, 1979), son şiirleri “Risaleler” adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı (2. baskı 1989). Bu iki kitap bir arada “Şiirler” adı altında İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı (4. baskı 1998). Şiirleri Açı (K. Maraş), Çıkış (Ankara), Yeni İstiklâl, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera ve Yedi İklim dergilerinde yayımlanmıştır.     

    Erdem Bayazıt, şiirimizde farklı, kendine özgü bir şiir dilini kurmuştur. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle: “Erdem Bayazıt’ın şiiri, değil eski dindar şairlerinkinden, Mehmet Âkif’inkinden de çok farklı bir şekil ve üslûpla yazılmıştır.” 

Şehre bakış

  Erdem Bayazıt, şiirlerinde şehrin karanlığına, kirine, pasına, oyunlarına teslim olmamak için bir karşı duruşu dile getirir.

“Bir adam belki de en çok bir rüzgârdır şimdi

Sisli, yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr

Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor

Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor

Başlıyor içinde sonsuz susuzluk

Avuçlarının içi terliyor”

 Şehir, tabiatın güzelliklerinden uzaktadır. Kuşlar konmaz oldu pencerelere.

“Şehir kapanıyor içine

-Toprağa veda”

  Şair, şehir hayatından duyduğu bıkkınlığı “Gölgeler” isimli şiirinde şöyle dile getiriyor:

“Sonra bir çağ geldi

Baktım kafamda karıncalar vardı

Sonra yapılardan yollardan bıkmıştım

Issız sokaklar beni ürkütüyordu

Kötü meydanlarda boğuluyordum

Suları borulara almalarına kızıyordum

Hele hele hep düğmelere basıp yaşamalarına çok çok içerlemiştim

Sonra kalkıp Afrika’ya gittim

Ohh Afrika’ya” 

  Ahmet Kabaklı, şairin işlediği konular hakkında şu tespitte bulunur: “Bir genç adam için şehrin ıstırabını, bozulmuş törenin, inançsızlığın, faziletsizliğin tepkilerini, alışılmış düzenden yılgınlığı ve isyanı ve İslâm’da kurtuluşun güzelliğini, maddeden kaçışı, şehirden köye kasabaya kaçışı ısrarla anlatan şiirler…” 

  Şair, yaşanan hayattan, olup bitenlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirir. Dışarının saldırısı karşısında bir direnç alanı oluşturur. 

“Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana

Ey gücü toprak kadar eski

Ey gücü yer kadar ağır çocuk

Büyüyen elimin üstüne koy elini

Sana bir yürek vuruşu gibi belirli

Gelen zamanı haber veriyorum”

  Behçet Necatigil, şairin “Sebeb Ey” kitabı için şöyle der: “Barbar güçlerin, teknolojinin yıktığı, Tanrı’dan kopardığı insanın manevî kurtuluşunu arayan Sebeb Ey…”

Ölüm düşüncesi

  Erdem Bayazıt şiirlerinde ölüm konusunu sıkça işler. Fani olmanın şuuruyla dünyayı ve insanı yorumlar:

“Bir otel odası kadar bana aitsin

Bir mağara gibi hiç kimseye

Herkese bir deniz gibi

Biliyorum sadece bir emanetsin

Bir şarkı gibisin dünya

Çoğu zaman hüzün makamında

Coşkulu bazan da

Kimi zaman bir öğle vakti gibi

Sıkıntılı ve sabit”

  Gelimli gidimli dünya… Hayat bir anlam üzerine yaşanıldığında güzelleşir. Yoksa kaos, kargaşa hüküm sürer. Şairin “Ölüm Risalesi” isimli şiirinden:

“Damla damla oluşuyor hayat

Ölüm kımıl kımıl

Duymak kolay

Anlatmak değil

Her ân

Farkındayım

Az az öldüğümün

Bilincindeyim doğan ayın

Eriyen karın, akan suyun

Ve usul usul tükenen zamanın

Tekrarlayıp duruyor saat

Vakit de mahlûktur

Vakit de mahlûktur”


Şair, ölümü tarif etmiş:

“Mahlûkta devinen

Gürül gürül bir ırmaktır ölüm”

 Uyarıcı, uyandırıcı, ders verici bir etkisi vardır ölümün. Bu yönüyle ölüm, en iyi muallimdir.

“Sonra bir mezarlıkta

Bir çukurun başında

Bir kapının ağzında

Herkes susar

Konuşur ölüm”

  İnsanoğlu gündelik telaşlar içinde unutmuş olsa da tek gerçek ölümdür. “Ölümden bir işaret var her şeyde”

Şair, hatırlama ve hatırlatma çabasında: 

 “Bir gün öleceğimi biliyorum

Bunu her ân ölür gibi biliyorum”

  Ölümü hatırlamak ve güzelce hatırlatmak hayırlara vesiledir. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor: “Ağzınızın tadını bozan ölümü sıkça hatırlayınız”. Dünya hayatına kapılan kişi aldanır. Oyun ve oyalanma… Gaflete düşmemek için ölümü hatırlamak şart oluyor.

“Biliyorum yaklaşıyoruz her ân

Biliyorum oruçlu doğar insan

Ölümün iftar sofrasına”

 Ölüm düşüncesi hakkında işte berceste niteliğinde mısralar:

“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”

  Allah’a teslim olmuş, inanmış bir şahsiyetin halet-i ruhiyesi okunur bu mısralarda.

Karanlıklara karşı

Erdem Bayazıt, şiirlerinde kötülük odaklarına karşı etkin tavır alır. Muhalif bir duruştur bu.

“Öyleyse ey şair, sen de davranmalısın

Şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın”

Şiiri kuşanmış bir yürek… Bütün haksızlıklara karşı söylenmiş diri mısralar:

“İsyan şiirleri bilirim sonra

Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden

Harfler harp düzeni almıştır mısralarda

Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır

Kimi bir soygun sofrasında ışıklı salonlarda

Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır” 

Erdem Bayazıt’ın şiirinde etkili, sarsıcı bir üslûp belirgin. Destanî, yiğitçe bir söyleyiş mısra mısra işlenmiş.


Kaynaklar:

Erdem Bayazıt, “Şiirler”, İz Yayınları

Prof.Dr. Mehmet Kaplan, “Şiir Tahlilleri-2”, Kültür Bakanlığı Yayınları

Ahmet Kabaklı, “Türk Edebiyatı Tarihi c.4”, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları

Yazının Devamı

YAĞMUR BULUTLARI

"Bana ne, bugün var yarın yok olan görüntülerden; anlam değiştirmeyecek olana bakarım ben" der Tarık Buğra. Yazmak, bu anlamda kalıcı olana talip olmaktır. Geçmişten geleceğe değişmeyeni anlamak ve yorumlamak…

  Gündemdeki olayların esiri olacaksak yazmanın ne anlamı var? Aldatıcı gündemden sıyrılıp kendi gerçeğimizi dile getirmeliyiz. Dikkatimizi kalıcı olandan yana çevirmeliyiz. Yazılar, gündem bataklığında solmasın, pörsümesin. Duygu ve düşünce dünyamızın derinliğinden sesler, güzellikler taşımalıyız bugüne ve yarına. Kararan gönlümüz, daralan ufkumuz böylelikle sıhhat bulmalı. Evet, şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Dirice bir tavır ile hayatı, insanı, olup bitenleri, sanatı, hakikati güzelce anlatmalı, duyurmalı. 

    Yazmak, ruhun malzemelerine değinmek; ötelerden ses getirmek ve acıyı bal eylemek. Okuyunca ışık düşmeli içimize. Yazmak bir ihtiyaç olarak kendini gösteriyor. Bu anlamda yazmak, yangın yerine su taşımak gibi ve toprağa fidan dikmek gibi. Hakikati anlama, anlatabilme çabası. Yazmak eylemi aydınlığa taşımalı bizleri. 

*

Sessizliğin yurdunda yazyalnız !..

*

    “O” diğer adı “Hakkâri’de Bir Mevsim”. Özgün bir anlatım denemesi. Sürgün, bunalımlı, bohem. Köylü ve okumuş-yazmış arasındaki uçurum yine ana izlek. Memleket gerçeği ve yabancılaşma. Dağ köyünde bir ilkokul öğretmeni. Bu roman 1976 senesinde yazılmış. O günden bugüne ne değişti? 

*

  Çok bilgi var günümüzde. Yaraya derman olmaz. Çok bilgi var günümüzde. Baş ağrısı. Evet, sağaltmayan, sığ bilgiler akıyor zihinlere. Ne varsa yine kitaplarda, dergilerde var.

*

  “Çocuk benim ülkemdir” der Sezai Karakoç. Burada bir müddet duralım. Asıl yurdumuz çocukluğumuz. Hatırla yeryüzünü, gökyüzünü! Yakınımız dağ, taş, kuş, çiçek idi. Oyunlar içinde öğrendik iyiliği, güzelliği. Çocuklar ile umut var. 


*

  “Devin Uyanışı” kitabı Sedat Umran’ın seçilmiş şiirlerden oluşuyor. Şair nesnelerdeki anlama odaklanmış. Somut olandan hareket ile soyuta varan şiirler. Eşyayı başka bir bakış ile çözümlüyor. Bir de şiirlerinde çocukluk çağına vurgu var. Sedat Umran’ın son devir şiirimizdeki yeri, emeği inkâr edilemez. Şiir, derdi. Ve derdini seviyor şair. 

*

  Ahmet Oktay’ın şiir kitabı “Az Kaldı Kışa” okunuyor. “Ayrılık bilemem ne zaman gelir / Sen bir okul defteri getir bana / Çünkü sadece yazmak tesellidir / Çektiğimiz acıya bu dünyada” Güne bir anlam şiirce düştü.

*

 “Yürümenin dışında bütün eylemlerin adı / Kaçış kaçış kaçıştır” der İlhami Çiçek. Gök ekin ile anlamdaş. Şiirin kederli yurdunda buluşmak varmış: “Yalnız hüznü vardır kalbi olanın / Hüzün öylece orta yerdedir…”

*

Bir güzelliği çoğaltan su. 

*

Sarı yaprağın söylediğini can kulağı ile dinle. 

*

Ah, okunacak ne çok sayfa var!

*

Sarı güneş şurada dursun. Isıtsın sayfayı bir güzel. Dere incecik akıyor. Silme kardeşim !..

*

  Erdem Bayazıt’ın şiiri hakkında bir yazı hazırlığı… Şiirlerini tekrar okuyorum. Hayata, insana, imana dair mısralar. Yüreğimde karşılık bulan şiirler. Coşkulu bir söyleyiş ve yiğitçe bir duruş. Yeni koçaklama. “Ey” nidasına derinlik katan şair, yurdun cennet olsun !..

*

  Yusuf Enes dedi ki: “Baba, sana doğum gününde gerçek araba alacağım. Anne, sana da doğum gününde kırılmayan bardaklar alacağım.” Eyvallah oğul, dillenir oldun. 

*

 Yazınca bir şey değişmez mi? Yazmayınca hiçbir şey değişmez. Yazmak, yarayı dağlamak gibi. 

*

 Yakup Eren ve ben, sabah erkenden şehre indik. 120 kahraman gördük. Kar altında buz kesmiş çocuklar. Gözlerimiz yaşardı. 120 artık üç basamaklı sayı değil, bir direniş ruhu !..

*

Bir halk türküsünden alınmıştır: “Kim okur kim yazar, bu düğümü kim çözer?”

*

  Mürsel Sönmez güzelce söylemiş: “Her şey çok güzeldi Allah’ım! / Sunduğun bir demet güldü ömür.” Şükür makamında, hakikate doğru bir adım daha…

*

  “Çile”yi yeniden okudum. Necip Fazıl’ın şiirinde yalnızlığın halleri daha bir vurgulu. Notlar aldım. Mısralar seçip derledim. Belki bir gün yazı bütünlüğüne kavuşur. 

*

  Bir gazete haberinden: “İnşaatın sıvasını yaparken 6. kattan düşen usta hayatını kaybetti. Edinilen bilgiye göre…” Ötesi can yangını, feryat figan. Bizi terk etmeyen hüzün, bizi yaralayan. Şimdi bir fotoğraf karesinde geçmiş günler. Kapıda babasını bekleyen çocuk için için der ki: “Nerede kaldı babam?”

*

  Dergiler, geldiler. Bütün zorluklara rağmen edebiyat dergileri çıkıyor. Onların varlığı ile ışık ışık yurdum. Edebiyat, hayat ve insan arasındaki bağlar dergilerde daha bir belirgin. Yaşasın edebiyat! 

*

  Vefa Taşdelen’in “Ay Çekimi” kitabındaki şiirlerini okudum. İçli, derin bir ses. Duygunun ve düşüncenin harman olduğu sağlam mısraları var. “Ateş yüküdür paylaşılmayan fikir / Gizli ölümleri içerir…” diyen şaire selâm!

*

  “Şiir tenha selviyi söyler” diyen Şahin Taş’ın “Kısa Yaz” isimli şiir kitabı geldi. Kısa şiirin anlatım imkânlarına güzel bir örnek bu eser. “Haiku”ları andıran bir söyleyiş. Şiiri bileyi bileyi keskin kılmış. Varoluş sorgusu, ölüm ve çocukluk konuları daha bir ağırlıklı. İnceden çalışılmış, emek verilmiş şiirler. Şairin söylediği: “bir gün gideriz / gidince / elbet bizden de ipince / bir iz kalır”.

*

  Dışarısı dayanılır gibi değil. Dışarısı vurgun düzeni, kirli çark. Dışarısı sığ, sıradan, sırnaşık… Kalbim kitaba dön. Başka çıkış yok. Ve okumak bir sığınak. Gün gelir de kanar; kanatlanır sayfalar. Sabret yüreğim, umut ol. 

*

 Yağmur bulutları yığın yığın… Birkaç gündür ha yağdı ha yağacak. Toprak göz göz olmuş; sabırla bekliyor. İyi haberler yakında.

*

  Bahar günleri içimde bir sevinç, bir umut… Ömür defterimde yeni yaprak. Ağaçlar çiçeğe durmuş. Yeniden başlamak aşk ile…

*

 “İlle mavi olacak” dedi. “Tamam dedik, mavi olsun”. Yusuf Enes’e bisiklet aldık. Ne çok seviniyor. İncecik bacakları ile o pedalı nasıl da çeviriyor. Düşe kalka sürüyor ama yılmıyor. Hayat da böyle değil mi? Çoğu zaman yokuşlarda yara bere içinde, bir başına kalan insan. Yol gösteren işaret şu ki her zorluğun ardınca bir kolaylık vardır. Öyleyse yenilgi daim değil. Yolda olmak, en güzel eylem.

*

Yaza yaza aydınlanır içim dışım. Yaza yaza dağılır kara bulutlar.

Yazının Devamı

ŞİİRİMİZDE ÖLÜM DÜŞÜNCESİ

Ölümü hatırlamak hayırlara vesiledir. Ölümü hatırlamak sınırları hatırlamak gibi. Hepimizin bildiği ama hemen unuttuğu bir gerçek ölüm. Mademki öleceğiz bu serkeşlik, bu kavga niye? Ölümden kaçamayız zira “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ölüm bir hatırlatıcı, bir uyarıcı olarak hep yanımızdadır. 

    Halk dilinde ölen kişi için “göç etti”, “dünyasını değiştirdi”, “şimdi gerçek dünyasında” gibi ifadeler kullanılır. Mevlâna Hazretleri ölüm vakti için “şeb-i arûz” der. Sevgiliye kavuşma vakti. Bu sebeple Mevlâna, ölümü hüzün günü olarak değil sevinç günü, düğün günü olarak ifade eder. Yüce bir anlayış, derin bir idrâk.

    Ölüm düşüncesi bizim medeniyetimizde korkulu, saplantılı, hastalıklı bir bakış ile anlatılmamıştır. Batılılaşma(modernleşme) maceramızın başlamasıyla birlikte hayata, insana, kâinata bakış değişti. Modernizm fikri bölünmüş, parçalanmış bir zihin ister. Akl-ı selim yerini akılcılığa bıraktı. İnsan-ı kâmil olmak yerine eşyaya sahip olmak marifet sayıldı. Ve hatta “üst-insan” gibi aşırı yorumlar ile cihan savaşlarının tohumları atıldı. Bilginin, teknolojinin hızla geliştiği bir çağda insanlık maneviyat cephesinde kayıplar verdi. Modern zamanlarda yeni bir cahiliye kültürü ortaya çıktı. “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır.”

     İnsanoğlu bazen kendi eliyle yeni putlar oluşturur. Bağlanma, inanma ihtiyacı başka alanlar içinde görünür olur. Şimdi hayat sahnesinde sahte ilahlar, sahte kahramanlar var.  Bağlar zayıflamış ve hatta kopmuş. Yaşamak bazılarına göre sadece yemek, içmek, gezmek ve dünyadan haz almak içindir; bazılarına göre ise yaşamak saçmadır. İntihar olayları modern zamanlarda daha bir arttı. Atom bombası, hidrojen bombası ve her türlü kimyasal silahlar modern kafanın insanlığa sundukları birer armağan. Ölümler şimdi daha seri ve daha kolay. Cihan savaşlarını başlatan yıkıcı, yok edici zihniyeti görmek gerek. 

    Modernizm anlayışında ölüm maalesef kötü bitiştir. Ölmek onlara göre toprak olmaktır, ot olmaktır. Ölüm, dillerinde kaybolmak ile eşanlamlıdır. Kaybolmak ne hazin son değil mi? Bu sebeple ölümü hiç hatırlamak istemezler. Rahatları kaçar. Birey, ölüm korkusuyla titremektedir. Modern insan paranın ve sanatın gücü ile ölümsüzlüğü dener hep. Modern sanatın temelinde ölüme isyan fikri vardır. Kelime, renk, ses ve çizgi bu isyan fikri ile yüklüdür. Sanat adı ile oluşturulmuş bir sürü helvadan putlar!

    Ölüm düşüncesinin zaman içindeki seyrini şairlerin dilinden takip edebiliriz. Türkçemizin kurucu şairlerinden Yunus Emre ile başlayalım.

      “Vaktinize hazır olun 

       Ecel vardır gelir bir gün

       Emanettir kuşça canın,

       Issı vardır alır bir gün”

  Evet, can bize emanettir. Vakti geldiğinde asıl dünyasına, sahibine kavuşacaktır. Ya sonrası…

    “Mezardan durugelicek

     Hakk terazi kurulıcak

     Amelimiz görilecek

     Aceb nola benim halim”

   O gün hesap günüdür. Her kişi yaptığı iyilikler ve kötülükler ile Hakk’ın divanına çıkacaktır. 

      Karacaoğlan, dünyanın cazibesine kapılmış belli ki ölümü hiç hatırlamak istemez. Der ki:

    “Ölüm ardıma düşüp de yorulma

     Var git ölüm bir zamanda gene gel”

    Dünyaya alışmış bir kere; bırakmak öyle kolay mı? Takip edildiğinin farkında şair, gafil değil. Biliyor gelecek olanı, biliyor gerçeği.

     Hanımının ölümü karşısında “Öldün, nasıl eyleyeyim tahammül” der Abdülhâk Hamid Tarhan. “Makber” diye diye yeri göğü inletir. 

     Mehmet Âkif, ölümden ders almamız gerektiğini belirtir. 

     “Musalla: Minber-i tebliğidir dünyada ukbanın

      Musalla: Ders-i ibrettir durur pişinde irfanın”

      Yeni edebiyatımızda ölüm denildiğinde akla gelen şairlerden birisi de Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Birçok şiirinde ölüm konusunu işlemiştir. En bilineni ise “Otuz Beş Yaş” şiiridir. 

      “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.

        Dante gibi ortasındayız ömrün.

        Delikanlı çağımızdaki cevher,

        Yalvarmak yakarmak nafile bugün,

        Gözünün yaşına bakmadan gider.”

    Şair bir kabulleniş edasıyla şöyle der:

       “N’eylersin ölüm herkesin başında.

        Uyudun uyanamadın olacak

        Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? 

        Bir namazlık saltanatın olacak.

        Taht misali o musalla taşında.” 

    Orhan Veli, “Ölüme Yakın” şiirinde bir başka açıdan hayatı ve ölümü anlatır. Cümle zorluklardan, sıkıntılardan kurtulmak ister. Hayatın ağır yükü altında ölümü düşünür. Aralanan bir kapı. 

      “Ölürüz diye mi üzülüyoruz?

        Ne ettik, ne gördük şu fâni dünyada

        Kötülükten gayri?


        Ölünce kirlerimizden temizlenir,

        Ölünce biz de iyi adam oluruz;

        Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış, 

        Hepsini unuturuz.”

   Ahmet Muhip Dıranas, ölümü bir yakını gibi görür. Bütün zamanlar içre bizi hiç terk etmeyen ölüm.

    “Uzaktadır her şey, hep… Yalnız ölüm 

      Her yerde, her an yakınımız ölüm”

    Ölüm canımızda taşıdığımız olmuştur. Ecel vaktine kadar yoldaşımız. Yahya Kemal Beyatlı’nın ölüme dair söyledikleri:

   “Artık demir almak günü gelmişse zamandan

     Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan”

Rind-meşrep bir eda ile ölümü anlatır:

“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç 

Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile 

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle”

   Bu mısralarda ölüm korkulu, tedirgin bir halden ziyade rahat, dingin bir ruh hali ile anlatılır. “Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde” der. Şairin “O Taraf” isimli şiirinde söylediği:

“Gördüm ölüm diyarını rü’yâda bir gece

Sessizlik ortasında gezindim kederlice”

Ve bu şiirin sonunda bir soru: “Yoksa başka bir âlem midir ölüm?”

Ölüm uzayıp giden bir sessizliktir. “Düşünce” isimli şiirinde der ki:

“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi

 Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi”

   Ölüm bir muamma, bir soru. Şair cevap vermek ister. Necip Fazıl, şiirlerinde ölüm düşüncesini sıkça işlemiştir. Sonsuza ulaşmak için ölüm bir geçit. Ötelerden mana yüklü bir rüzgâr. Ruh köklerine derin bağlılık.


    “Ölüm güzel şey budur perde ardından haber

    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?”

Ölüm, şiirimizde yeniden “vuslat” fikri olarak telakki edilmeye başlanmıştır. Hakk’a teslim olmuş şairin mısraları:

    “Ben ölünce etsin dostlarım bayram

    Üst üste tam kırk gün, kırk gece düğün

    Açı doyurmaksa kabirde meram

    Yemeğimde Fatiha, günde beş öğün”

   “Her ölüm erken ölümdür” diyen Cemal Süreya, ölüm konusunu kaygılı, korkulu bir dille anlatır:

    “Ölüm geliyor aklıma birden ölüm 

      Bir ağacın gövdesine sarılıyorum” 

   İnsan bir yakınını kaybettiğinde yıkılır. Gün birden kararır. Tadı kalmaz yaşamanın. Cemal Süreya “Sizin hiç babanız öldü mü?” der. Bu yürek yakıcı sorunun devamında şu mısralar vardır:

      “Sizin hiç babanız öldü mü?

       Benim bir kere öldü kör oldum

       Yıkadılar, aldılar, götürdüler

       Babamdan ummazdım bunu kör oldum”

     Bir tanımlama, belirleme çabası olarak okunabilecek ölüm mısraları:

         “Ölüm mü, 

           Bir gölün dibinde durgun uykudasın.”

   Ziya Osman Saba ölüm hakkında der ki:

      “Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım

      Beni bekleyedursun bir kenarda yatağım

      Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir”

   Erdem Bayazıt’ın şiirlerinde ölüme dair mısralar sıkça yer alır. Hakikat içre bulduğu cevapları gür bir sesle duyurur. Hakk’a tam bir teslimiyet içinde şair.

     “Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm 

      Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”

   Ölümsüzlüğü tatmak…Efendimiz(s) “Ölmeden evvel ölünüz” buyuruyor. Sonsuzu anlamaya ve anlatmaya çalışmak yahut ölmeden evvel ölüp de dirilmek. 

      “Mahlûkta devinen

       Gürül gürül bir ırmaktır ölüm”

        Ölüm hepimiz için. Başkasıyla ölen biziz. Er ya da geç kapımızı çalacak ölüm. İsmet Özel, “Üç Firenk Havası” şiirinin birinci kısmında ölüme dair şu mısraları söyler:

      “Bize ne başkasının ölümünden demeyiz

        çünkü başka insanların ölümü

        en gizli mesleğidir hepimizin

        başka ölümler çeker bizi

        ve bazan başkaları 

        ölümü çeker bizim için.”

     “Kitaplarda Ölmek” şirinde iki çizgi arasındaki hayatı anlatır Behçet Necatigil. Her şey o kısa çizgide: “Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci / Ne varsa orda”. Şiirden bir bölüm:

       “Adı, soyadı

        Açılır parantez

        Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti

        Kapanır parantez.

 

        O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı

        Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.”


   



Alâeddin Özdenören “Cebimde ölümüm” isimli şiirinde der ki:

    “Gülüm gülüm

     Bu kentin koynuna girdiğim günden beri

     Cebimde ölümüm

     Avuç avuç dağıtırım insanlara

     Bir türlü tükenmez ölümüm”

     Yaşayıp giderken gündelik telaşlarda. Bir alışkanlık üzere devam ederken hayat. Bir gün çıkar gelir. Yapılan hesaplar, planlar yarım kalır. Sonrası hüzün… Mustafa Özçelik “Ölüm” isimli şiirinde yaşanan hali etkili bir dille anlatmış:

       “Ölümü görünce

        Şaşkın bir soruya dönüşüyor hayat

        Bu serüven çılgını ayaklarım

        Bastığı toprakta tedirgin

        Sulara girerken ürkek biraz

 

        Bu limanı bırakıp giderken

        Bütün hayatların soğuk yüzünde

        Ayrılığın o sarı rengi

        Bir yokuşun önünde

        Yolunu kesmiş ejderhâ”

     Sezai Karakoç, şiirlerinde hayatı, insanı ve hakikati yorumlarken ölüm gerçeği ile yüzleşir. Ölüm yeniden başlamanın adıdır. Diriliş ırmaklarında hayat bulur mısralar. 

      “Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda

      Verilmemiş hesapların korkusuyla

      Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

      Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

      Sevgili

      En sevgili

      Ey sevgili 

      Uzatma dünya sürgünümü benim”

    Sezai Karakoç “balkon” imgesiyle modern zamanlardaki yaşantıya ve ölüme işaret eder. 

        “Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

         Ölümün cesur körfezidir evlerde”

      Yaklaşan zamanı muhteşem bir mısra ile duyurur:

     “Gelecek zamanlarda ölüleri balkonlara gömecekler”

    Sezai Karakoç’un dilinde ölümden ötesi vardır. Ölümden evvel dirilişi hatırlatır. 

      “Ben ağıt yazmayı sevmem

      Ölmeden değil dirilişten yanayım

      Ölümden değil ölüm sonrasından yana

      Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yanayım”

   “Cümle şair dost bahçesi bülbülü” der Yunus Emre. Her şair kendi duygu-düşünce dünyasında ölümü anlatmış.

    Efendimiz(s) “Ağzınızın tadını bozan ölümü çok hatırlayınız” buyuruyor. Unutuşu sonlandıran ölüm. Şehrin kıyısındaki mezarlık yaşayanları daima uyarır. Serin serviler altında yatanları düşünelim. Yaratılan cümle varlığın fani oluşu gözümüzdeki, gönlümüzdeki perdeleri kaldırır. İnsan ve hayat arasındaki hassas denge iman kuvveti ile sağlanır. 

    Ve an gelir herkes bir suskunluğa bürünür. Ölüm konuşur.

Yazının Devamı

GÖNÜL SOHBET İSTER

  • Yılmak, yıkılmak yok efendiler! 

Yaş haddini bulmuş diye meydanı terk mi edeyim? Hem evde niye oturayım ki önümüz kış… Odun ister, kömür ister; yahu şu kör boğaz ekmek ister. Emekli maaşımız da yok ki kenara çekilelim. Çocuklar yuvadan uçup gittiler. Şimdi çok uzaktalar. Bu yaşıma kadar ayakkabı tamirciliği ile geçindim. Muhannete muhtaç olmadım. Devam öyleyse, yatağa düşene kadar çalışacağım. Hem burada dostlarımla da görüşüp sohbet ediyorum. Vakit geçiyor. Daha ne olsun efendim! 

 Bahar günleri... Işıklar içinde yer gök. Kahvehanenin müdavimleri günün belli saatlerinde burada buluşup sohbet ederler. Memleketin halleri, askerlik hatıraları, ahir zaman alametleri, değişen zaman üzerine bir muhabbet ki bal akar dillerinden.

—Şinasi!

—Buyur İhsan Efendi…

—Bize birer kahve yapıver.

—Tamam efendim. 

—Tahir ne var ne yok, işlerin nasıl? 

—Allah’a şükürler olsun İhsan Efendi, hamd olsun, kimseye muhtaç olmayacak kadar kazanıyorum. Yetiyor bize, geçinip gidiyoruz. 

—Allah şükrünü çoğaltsın efendim. Tevellüd kaç? 

—Seferberlik zamanı doğmuşum. Hesap et gayrı. Altmışın üzerindeyim. 

—Sıhhatin nasıl, halinden memnun musun? 

—Ayaktayım şükür. Şimdilik sıhhatim yerinde. Yalnız bizim hanım yine rahatsız. Geçenlerde hastahanede üç gün yattı. Ne yaparsın dünya hali… Hastalık gelince sıhhatin kıymetini biliyoruz. Sen nasılsın İhsan Efendi? 

—Eh işte... Bazen kalbim sıkışıyor. Ameliyattan sonra yeni yeni toparlandım. Gidecek başka yerim de yok. Sizi görmem yetiyor bana. Şinasi'nin yeri de olmasa eğer bunalıp kalacağım. 

—Hakikaten burası evimizden sonra ikinci adresimiz oldu. Bir sığınak gibi…

    Önce ayakkabının tozunu, çamurunu temizledi. Sonra lazım olan aletleri torbadan çıkarıp yaygının üzerine güzelce dizdi. Bir elinde çekiç, bir elinde ayakkabı…

Durmaksızın çalışıyor. Alnında boncuk boncuk terler... Ak sakalı yüzüne nasıl da yakışmış. Pek sevimli bir hali var. Hani babacan derler ya işte öyle babacan... 

—Abdullah Hoca dalmışsın yahu, hiç konuşmuyorsun. Hayrola! 

—İhsan Efendi, bizim oğlan cephede, onu düşünüyorum, tek evladım. Hanım da geçen sene vefat etti. Bilirsin, yalnızım. Ev bana zindan gibi oldu. Hayatta bir başına olmak pek meşakkatli…

—Haklısın efendim, Allah sabır versin. Oğlun sağ salim döner inşâallah. 

—Sağ olasın İhsan Efendi sağ olasın, sizlerin varlığı ile buradaki sohbetlerimiz ile kuvvet buluyorum. 

  Deniz sakin bugün. Sandallar kıyıya çekilmiş. Martılar uçuşuyor. Şirket-i Hayriye vapurları düzenli aralıklarla karşı yakaya gidip geliyor, gidip geliyor. Gün boyu süren tatlı bir telaş…

  Tahir, kunduranın ökçesini çakıyor. Çivileri küçük teneke kutudan alıp özenle çakıyor. Göz çevresi ve alnı kırış kırış…

  Şinasi, elinde tepsi ile çıkıp geldi. Sesi çın çın çınladı:

  —Kahveleriniz buyrun, afiyetle için…

    İhsan Efendinin yüzü gülüverdi. O ân elmacık kemikleri daha bir belli oldu. Bir elini Tahir’in omzuna attı. 

  —Az soluklan Tahir’im, yiğidim…

  —Bitireyim şu elimdeki işi, namaz vakti yakındır.

    İhsan Efendi yelek cebinden saatini çıkarıp baktı.

  —Evet, ikindi ezanı birazdan okunur.

    Saatin camını silip yelek cebine tekrar yerleştirdi.

  —Kahvelerinizi soğutmayın efendiler…

  Beyaz fincan elde ve göz ufukta şimdi. Bir vapur ağır ağır yaklaşıyor. 

  Abdullah Hoca kahvesini içip fincanı masaya bıraktı. 

  —Kahvelerinizi için de kalkalım, camiye ancak varırız.

    Tahir, kahvesini çoktan içmişti zaten. Kalan işi bitirmek için son bir hamle yaptı. Çakılan çivilere göz attı. Ayakkabının köselesini iyice yokladı. Çıkıntıları bıçağı ile incecik kesip düzeltti.

  —Şimdi tamam oldu. Haydi…

    İhsan Efendi, ayağa kalkıp içeriye yürüdü. Cebinden çıkardığı bozuk paraları Şinasi’ye uzattı. 

    Birlikte camiye doğru yürüyorlar. İkindi ezanı okunuyor.

Yazının Devamı
Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır Dada Medya
Web Tasarım - Sosyal Medya Yönetimi - Reklam Ajansı - Video Çekim - Grafik Tasarım - Niğde Ajans