çıkıp da gelmişim bir bilinmeze
dalım, yaprağım kaygılı
ah alın terim, yorgunluğum ah
bir varmış bir yokmuş bahçe
ağlaya ağlaya diner mi sızı
yüzünü toprağa belemiş anne
umudum oğul, serinliğim oğul
hatırlar mısın salıncağı
bu rüzgâr ağacı kıracak yine
emeğimi göğe savuran bu rüzgâr
kara ağacı da kestiler
dost ırağında
soluyor gül
dert alır mı dört duvar
efkâr demlenir
uzak şarkılar
erise içimin buzulları
bir vakte ersem
memnun
“hayattayım” sözü bile yaralı
Muhalif rüzgâr esiyor
Solgun, sarı yapraklar
Dere yatağı, çakıl taşları
Kara orman uğultusu
Kuşların da terk ettiği
Yine noksan birimiz
Yol, sessizliğe doğru
Yaramı dağlayan güz
Yazının Devamıİstanbul’da ikindi suları… Şehrin dinmeyen uğultusu, caddelerde pür telaş. Nedir bu hız?
Namazdan sonra Kadıköy iskelesine yöneldi. Ak düşmüş saçlarına, alnı genişçe, yüzünde hüzün izleri, kalın çerçeveli gözlüğün ardında ışıltılı bakış, orta boyda… Hemen her gün Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçer. Yayınevi ikinci adresi dense yeridir. Yıllar yılı bu böyle.
Yazdığı eserlerde cümle cümle baharı duyurdu. Güle çağırdı insanlığı. Yaşadığımız meseleleri sınır taşlarını aşan bir bakış ile yorumladı. Yol gösterdi bir ömür. Başımıza gelen sıkıntıların, yıkımların nedenleri, niçinleri üzerinde durdu. Bu ülkede bütün çabası köklü, derin bir tefekkürün oluşması için. Umudu yoldaş bilip yürüdü.
Ardında siyah dumanlar bırakan vapur Kadıköy iskelesine doğru ağır ağır yaklaşıyor. Deniz sakin bugün. Küçük işyerleri iskeleye yakın sıralanmış. Denize nazır çay ocaklarında gazete-dergi okuyanlar, sohbet edenler göze çarpıyor. İlkbahar günleri…
Rıhtımda bekleyen kalabalık, vapurun iskeleye yanaşmasıyla birlikte hareketlendi. Vapurdaki yolcular indikten sonra bekleyenlere yol verildi.
Martılar uçuşuyor. Yiyecek aramaktan yorgun gibiler. Denize teğet geçişleri bir balık için. Kıyıya vurmuş pet şişeler, gazeteler, poşetler…
Vapur büyük bir gürültüyle hareket edip karşı kıyıya yöneldi. Denizi yara yara yol almakta. Çevresi köpükler içinde…
Arada gezinenler var. Güvertede yer bulan sevinir elbet.
—Çaylar sıcak, tavşan kanı çaylar!
—Var mı simit isteyen?
Vapur içi bir âlem; insan sıcaklığı taşır.
Pencereye yakın bir koltuğa yavaşça oturdu. Çantasını dizinin üzerine aldı. Denize bakıyor. Nazlı dalgaların seyrinde geçmiş günlere gidiyor. Bu kaçıncı bahar? Hatıralar sökün etmekte şimdi.
Çocukluğu, gençlik günleri, üniversite yılları, mesleğe geçişi, dostları, dergi yayımlama çabası, yaşanan sıkıntılar, yazılan kitaplar…
Eminönü iskelesine yanaştı vapur. Oturduğu yerden kalkıp denize bir daha baktı. Sonra çıkışa doğru yürüdü. Çoğalıyor gürültü.
Bab-ı Âli yokuşuna yöneldi. Memleketin nabzı bir zamanlar burada atardı. Kimler geldi, kimler geçti? Kâğıt ve mürekkep kokardı buralar. Şehrin yaşadığı değişimleri düşündü bir ân. Soluklanıp yürümeye devam etti. Adımları bir kararlılığın ifadesiydi.
İman ile aşk ile sabır ile diriliş aydınlığında…
Yazının Devamıİbrahim Demirci’nin son dönemde yazdığı yazılar “Hay Hay Hayat” adıyla kitaplaştı. Hayata ve insana dair yalın, inceden denemeler.
“Yaban Ördekleri” isimli yazıdan: “…Ne çok kar vardı! Eskiden ne çok kar yağardı Konya’ya! Dünyaya, evet, dünyaya, ne çok kar yağardı eskiden…” Daha çok çağrışımlarla ilerleyen bir yazı ve tetikte bir dikkat sürekli.
“Karlı Yazı”isimli yazının ilk cümleleri: “Çocukluğumda kar, kış sabahının şaşırtısı olurdu. Beyaz ve büyük, beyaz ve güzel, beyaz ve serin, beyaz ve temiz…” Karın yağması bir sevincin, güzelliğin işareti. Eski kışlar şimdi uzak… “Hayret ovasının üstünü ansızın kaplayıverirdi hayranlık” Karın, soğuğun, kışın işlendiği sımsıcak bir yazı bu. “Kar, altında ne devinimler saklar.” Kış bütün güzelliği, bereketi ve sertliği ile yazılara sinmiş adeta.
“Nasılsınız” yazısı gündelik konuşmaların, kalıplaşmış ifadelerin irdelendiği kısa, etkili bir yazı.
“Otobüs Durağındaki Cümle” isimli yazıda durakta ‘otobüs beklemek’ varken, ‘toplu ulaşım aracı’ bekleyen kişilerin yapay ifadeleri eleştiriliyor. Dilin özensiz kullanımı bir olay aracılığı ile anlatılmış. Yazar, gün içinde şahit olduğu bir konuşmadan hareketle dil-insan ilişkisi ve yaşanan sorunları izah etmiş.
“Sessiz Nutuk Denemesi”nde günümüzde yaşanan çözülmeye karşı hakikat bilgisi ile donanmanın çağrısı okunuyor: “Varlığımızı ve tüm varlıkları anlamlı kılan hakikatin toprağına karışmak, onunla karılmak, onda kök salıp boy atmak; suyuna kapılmak ve katılmak, o suyla katıklarımızı eritmek, doymak ve arınmak…” Bir de iyiliği söyleyip; kötülükten sakındıran kişileri doğru anlamanın gereği üzerinde durulmuş.
“Her Şey Yarılıyor” isimli yazı yine kış çevresinde gelişiyor. Gün içinde yaşanan meseleler, aksaklıklar dile getirilmiş. Yazının bütününde sorgulama ana damar.
“Ekmek” yazısı, hikâye tadında. Ekmek, nimet, hürmet… Bize dair bir dünya içtenlikle anlatılmış.
“Toz Toprak” yazısında şantiye görüntüsünden bir türlü kurtulamayan sokaklar, mahalleler gündeme gelmiş. Hepimizin şahit olduğu aksaklıklar…
“Kahrolsun Bölücülük” isimli yazıdan bir tespit: “Asıl bölücülük, insanın ve insanlığın bölünüp parçalanmasıdır, hakkın ve hakikatin lime lime edilmesidir.”
Çarpık kuralların, yasaların tenkid edildiği bir yazı: “Yasa Dışı Yolculuk”
“Yeni Camide Teravih Namazı” yazısında cami mimarisi, estetik algı ve cemaat bağı işlenmiş. Özgürlüğün sağlayacağı iyilikler vurgulanmış.
Değişen zaman, alışkanlıklar, zamane gençleri ve nimet, şükür, iyilik tahkiye metodu ile “Allah Islah Etsin” isimli yazıda anlatılmış. Metnin bütününde insan sıcaklığı…
Gün içinde yaşanan bir olaydan hareketle gelişiyor metin: “Sadece Gevşemiş”. Eşyada, zamanda, olaylarda saklı duran hikmete doğru yolculuk. Evet, İbrahim Demirci’nin bu anlatımı, dikkati, hemen bütün yazılarında görülüyor.
Değişen şehir hayatı… Hayatımızdan çekilen güzellikler: Sadelik, ahenk, yakınlık, samimiyet… Yazar, çocukluk günlerinden başlayarak Konya’daki değişimi “At Arabaları, Faytonlar” yazısında özetlemiş. Şimdi şehirden uzak atlar, at arabaları… Hüzün, cümle cümle sıralanmış.
Yolda dökülen elmalar, elmaları toplamaya çalışan kadın, trafik, ışıklar… “Neden o poşetin ağzını bağlamadı o kadın? Bağlasaydı o elmalar böyle dökülmezdi.” Somut bir veriden, olaydan kaynağını alan ve sonrasında düşünce boyutu ile işlenen “Bağlar Bağlar”. Bağ ve bağlanmanın anlamı, önemi vurgulanmış.
“Allah’a evet, puta hayır!” diye başlayan ve kabullerin, karşı çıkışların ifade edildiği yazı: “Evet, Hayır”.
Günümüzdeki sığ espri anlayışı, bilgi eksikliği, noksanlıklar ve bütün bunların dile, kültüre yansıması “Saçmalama” ve “Tiyatro, Vodvil, Hayat Fars” isimli yazılarda dile getirilmiş.
Çatmak fiilinden hareketle oluşturulmuş okunaklı, sevimli bir yazı: “Çat”. Kelimelerdeki çok anlamlılık karşılıklı konuşmalar ile işlenmiş.
“Boşluklar” yazısında da benzer bir üslup görülüyor. Yazının iskeleti karşılıklı konuşmalar ile kurulmuş. ‘Boş, boş sözler, boş boş oturmak, boş bir kâğıt’ gibi kelime gruplarının çağrışımları ile gelişen bu yazıda boş vermişliğe, anlam boşluklarına inceden bir eleştiri var.
“Mahrem Sorular”da yorgunluğa, yılgınlığa itiraz okunuyor. “Bismillah, ateşlemeye yetmez mi yorulan kanı?” Sorular, sorgulamalar… Yeniden başlamanın, yürümenin cehdi saklı satırlarda.
Bir bayram yazısı: “Uğu”. Acıların gündemde oluşu ve bayram. Dünyayı adeta yaşanmaz kılan kötülük odakları ve insanın özünden, değerlerinden uzakta kalışı… “Bu bayram gününde bayram güzelliklerinden söz etmek niyetiyle oturmuştum makinenin başına. Olmadı.” Acılar içinde, hüzün yüklü.
Hakikat asıl belirleyici olarak daima hatırda tutulmakta. Hakikat tarafında oluşunu şöyle izah ediyor yazar: “Biliyorum hakikat senden de, benden de, ondan da, hepimizden ve her şeyden de üstündür ve kim ne derse desin, ona yakınlığımızdan, ona yönelişimizden başka işe yarar bir şeyimiz yoktur ve olmayacaktır ve bu biliş ve bu bilişin sağladığı güven duygusundan başka kalbimi mutmain, kafamı dingin kılacak herhangi bir şey yoktur ve başka bir şeye esasen ihtiyacım da yoktur.”
“Diriliş Rüzgârı” isimli yazıda Sezai Karakoç’u iyi okumanın, anlamanın gereği üzerinde önemle duruyor yazar: “Sezai Karakoç’a kulak versek, onun şiirlerini, yazılarını okusak, onların ruhumuza ve kalbimize yükleyeceği besleyici, coşturucu güçle donansak, ne güzel şeyler olacaktır! Orada özümüzü onaracak, gürleştirecek sözler var.” Üstadın eserlerinin çıkış yoluna işaret olduğu gerçeği bir kez daha vurgulanmış oluyor: “Sezai Karakoç’un, ezelî ve ebedî diriliş kaynağından beslenmiş olan eseri, bütün değirmenlerimizi döndürecek bir rüzgâr olarak esip duruyor. Bu rüzgârı duymak için, kulaklarımızı işler hâle getirmemiz yetecektir.”
“Bir Ölüm” de yazar, ansızın çıkıp gelen ölümü etkili bir dille anlatmış. Bir arkadaşının vefatı üzerine kaleme alınmış bu yazı. Dokunaklı bir metin. Yeniden hatırlıyoruz gerçek olanı, ölümü!..
Ve Ramazan hakkındaki yazılar… Yeni edebiyatımızda özellikle Sezai Karakoç ile başlayan Ramazan yazıları geleneği, İbrahim Demirci’nin bu eserinde de yerini buluyor. “Ramazan Kimdir?”, “Ramazan Notları”, “Ramazan’a Mektup”, “Ramazan Anıları”, “Düzen Bozan mı Geliyor?”, “Geliyor İşte”, “Tutuşabilecek miyiz?”, “Kirleticiler”, “Beklenen Gece” isimli yazılar kitapta önemli bir yekûn tutuyor.
Yöresel bir deyimden kaynağını alan ve kötülüklere, yozlaşmaya karşı bir yazı: “Demşek-lik”. Hem yöresel bir deyimin gün ışığına çıkışı var bu yazıda; hem de deyim üzerinden toplumsal çözülüşe, gevşemeye yöneltilmiş bir eleştiri var.
Gündemdeki olayları, tavırları odağına alan yazılar da var. Meselâ “Hayvanlar Kadar Özgür”, “Memleket Nereden Geliyor, Nereye Gidiyor?” “Enkaz Tenakuzları” bu türden yazılar.
Sade, içten, özü sözü bir insan anlatılmış “Ninemin Başörtüsü” isimli yazıda.
Kitapta şairimiz Mehmed Âkif Ersoy için müstakil bir yazı yer alıyor: “Mehmed Âkif Vesilesiyle”. İyi okuyup iyi anlamanın gereği özellikle belirtilmiş: “Âkif’in ruhu bizden hamasi sloganları tekrar etmemizi değil, dinamik hayat düsturlarını kuşanarak harekete geçmemizi bekliyor. Bu hareket, tabiatı gereği, düşmanlarının alçaklığına gönül indirmeyen yüce ve yapıcı bir harekettir.”
Yazmak, bir anlamda hatırlamak ve hatırlatmak. “Patlamalar” yazısında çocukluk günleri hatırlanır. Ana yurda, çocukluk çağına yolculuk.
Aile ortamını, evi, iyilikleri işleyen yazılar: “Sessiz Patlama”, “Bu Para O Para Değil”, “İnşallah, Öyle Olmamıştır”, “Ona Ne Denirdi?”, “Afiyet Olsun”, “Bilmiyorum”
Değişim bir sel gibi geldi. Sonrası yıkım, yenilgi… “Hayat, bir zamanlar evimizin avlusuydu.” Şehirleşme, betonlaşma karşısında sızlayan bir yürek ya da “Hayata ve Hayâta Dair”: “Apartmanlar yapıldı sonra, siteler inşâ edildi. Evlerin çoğu önce bağsız bahçesiz bırakıldı. Sonra hayatlarına göz dikildi. İnsanların çoğunun hayâtında artık hayata yer yok! Hayatlardan kalanlar bölük pörçük anılar…”
Şair İbrahim Demirci, “Şiirden Kaçış” yazısında şiir ile olan yakınlığını sorgulamış: “Şiir mi? Şiirden epeydir uzaktım. Şiir yoktu. Şiir benden kaçıyordu. Hayır hayır, ben şiirden kaçıyor, şiire bakmaktan, ona yaklaşmaktan, onunla yüzleşmekten korkuyordum sanki.” Şair, yeniden şiire dönecektir elbet. Suskunluk, için için bir şiirin kuruluşu. Şiire uzak kalışını “kötü durum” olarak ifade eden şair, yeniden başlamanın, yönelişin işaretini de verir: “Bu kötü durumdan kurtulmak için bir şeyler yapılmazsa, yapmazsam, yazık olacak!”
Küresel ısınma günlerinde yüreğimize su serpen, umudu çoğaltan bir yazı: “Su Serpintileri”. Medeniyetimiz, özünde su ile çeşmeler ile görünür. “Suyun izzeti üzerinde düşünsek bizim de izzetimiz artar mı? –Artar. Mülk suresinin son ayetini okusak meselâ, başlamış oluruz suyu düşünmeye”
Hayattan, insandan kopuk bir edebiyat anlayışı nihayetinde karanlığı, kaosu çoğaltır. Oysa ki yazılanlar çıkış yolu için işaret olmalı. Yaşanan acılara, haksızlıklara duyarsızlık nereye kadar? Yazmak, hakikate yakınlığın da bir vesilesi. “Hay Hay Hayat” kitabında ‘hayat’ ile ‘edebiyat’ bir arada. Olup bitenleri gözlemleyen, sorgulayan ve hikmet ışığında yol gösteren yazıların bir toplamı. İbrahim Demirci, bu kitabında işlediği konular ve sağlam anlatımı ile örnek bir duruş gösteriyor.
Yazılar genel itibarı ile deneme türünde. Bu toprakların rengini, kokusunu da taşıyan sahih bir dil. İnsanın halleri daha çok karşılıklı konuşmalar ile, öyküleme metodu ile ifade edilmiş. Türkçe üzerine derin bir sevgi, dikkat ve özen. Kıyıda kalmış bir kelime, deyim yaşanan olay çevresinde ışıldıyor, adeta yeniden hayata katılıyor. Kısa ama anlam evreni ile yoğun yazılar.
“Hay Hay Hayat”, hoş geldin!
MURAT SOYAK
“Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında
Direnen insanlığın
Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının”
Yazıya şairin “Birazdan Gün Doğacak” isimli şiirinden bir iktibasla başladım. Umudu, muştuyu çoğaltan bir şiir…
“Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu
Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu”
Erdem Bayazıt’ın ilk şiir kitabı “Sebeb Ey” 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları (2. baskısı Akabe Yayınları, 1979), son şiirleri “Risaleler” adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı (2. baskı 1989). Bu iki kitap bir arada “Şiirler” adı altında İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı (4. baskı 1998). Şiirleri Açı (K. Maraş), Çıkış (Ankara), Yeni İstiklâl, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera ve Yedi İklim dergilerinde yayımlanmıştır.
Erdem Bayazıt, şiirimizde farklı, kendine özgü bir şiir dilini kurmuştur. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle: “Erdem Bayazıt’ın şiiri, değil eski dindar şairlerinkinden, Mehmet Âkif’inkinden de çok farklı bir şekil ve üslûpla yazılmıştır.”
Şehre bakış
Erdem Bayazıt, şiirlerinde şehrin karanlığına, kirine, pasına, oyunlarına teslim olmamak için bir karşı duruşu dile getirir.
“Bir adam belki de en çok bir rüzgârdır şimdi
Sisli, yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr
Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor
Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor
Başlıyor içinde sonsuz susuzluk
Avuçlarının içi terliyor”
Şehir, tabiatın güzelliklerinden uzaktadır. Kuşlar konmaz oldu pencerelere.
“Şehir kapanıyor içine
-Toprağa veda”
Şair, şehir hayatından duyduğu bıkkınlığı “Gölgeler” isimli şiirinde şöyle dile getiriyor:
“Sonra bir çağ geldi
Baktım kafamda karıncalar vardı
Sonra yapılardan yollardan bıkmıştım
Issız sokaklar beni ürkütüyordu
Kötü meydanlarda boğuluyordum
Suları borulara almalarına kızıyordum
Hele hele hep düğmelere basıp yaşamalarına çok çok içerlemiştim
Sonra kalkıp Afrika’ya gittim
Ohh Afrika’ya”
Ahmet Kabaklı, şairin işlediği konular hakkında şu tespitte bulunur: “Bir genç adam için şehrin ıstırabını, bozulmuş törenin, inançsızlığın, faziletsizliğin tepkilerini, alışılmış düzenden yılgınlığı ve isyanı ve İslâm’da kurtuluşun güzelliğini, maddeden kaçışı, şehirden köye kasabaya kaçışı ısrarla anlatan şiirler…”
Şair, yaşanan hayattan, olup bitenlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirir. Dışarının saldırısı karşısında bir direnç alanı oluşturur.
“Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana
Ey gücü toprak kadar eski
Ey gücü yer kadar ağır çocuk
Büyüyen elimin üstüne koy elini
Sana bir yürek vuruşu gibi belirli
Gelen zamanı haber veriyorum”
Behçet Necatigil, şairin “Sebeb Ey” kitabı için şöyle der: “Barbar güçlerin, teknolojinin yıktığı, Tanrı’dan kopardığı insanın manevî kurtuluşunu arayan Sebeb Ey…”
Ölüm düşüncesi
Erdem Bayazıt şiirlerinde ölüm konusunu sıkça işler. Fani olmanın şuuruyla dünyayı ve insanı yorumlar:
“Bir otel odası kadar bana aitsin
Bir mağara gibi hiç kimseye
Herkese bir deniz gibi
Biliyorum sadece bir emanetsin
Bir şarkı gibisin dünya
Çoğu zaman hüzün makamında
Coşkulu bazan da
Kimi zaman bir öğle vakti gibi
Sıkıntılı ve sabit”
Gelimli gidimli dünya… Hayat bir anlam üzerine yaşanıldığında güzelleşir. Yoksa kaos, kargaşa hüküm sürer. Şairin “Ölüm Risalesi” isimli şiirinden:
“Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil
Her ân
Farkındayım
Az az öldüğümün
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın, akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit de mahlûktur
Vakit de mahlûktur”
Şair, ölümü tarif etmiş:
“Mahlûkta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm”
Uyarıcı, uyandırıcı, ders verici bir etkisi vardır ölümün. Bu yönüyle ölüm, en iyi muallimdir.
“Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm”
İnsanoğlu gündelik telaşlar içinde unutmuş olsa da tek gerçek ölümdür. “Ölümden bir işaret var her şeyde”
Şair, hatırlama ve hatırlatma çabasında:
“Bir gün öleceğimi biliyorum
Bunu her ân ölür gibi biliyorum”
Ölümü hatırlamak ve güzelce hatırlatmak hayırlara vesiledir. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor: “Ağzınızın tadını bozan ölümü sıkça hatırlayınız”. Dünya hayatına kapılan kişi aldanır. Oyun ve oyalanma… Gaflete düşmemek için ölümü hatırlamak şart oluyor.
“Biliyorum yaklaşıyoruz her ân
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına”
Ölüm düşüncesi hakkında işte berceste niteliğinde mısralar:
“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”
Allah’a teslim olmuş, inanmış bir şahsiyetin halet-i ruhiyesi okunur bu mısralarda.
Karanlıklara karşı
Erdem Bayazıt, şiirlerinde kötülük odaklarına karşı etkin tavır alır. Muhalif bir duruştur bu.
“Öyleyse ey şair, sen de davranmalısın
Şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın”
Şiiri kuşanmış bir yürek… Bütün haksızlıklara karşı söylenmiş diri mısralar:
“İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarda
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı salonlarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır”
Erdem Bayazıt’ın şiirinde etkili, sarsıcı bir üslûp belirgin. Destanî, yiğitçe bir söyleyiş mısra mısra işlenmiş.
Kaynaklar:
Erdem Bayazıt, “Şiirler”, İz Yayınları
Prof.Dr. Mehmet Kaplan, “Şiir Tahlilleri-2”, Kültür Bakanlığı Yayınları
Ahmet Kabaklı, “Türk Edebiyatı Tarihi c.4”, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
Yazının Devamı