İbrahim Hakkı Hazretleri 1703'te Erzurum-Hasankale'de doğdu, 1780 tarihinde Siirt-Tillo'da vefat etti. Sultan 1. Mahmud zamanında İstanbul'a geldi, saray kütüphanesinde ilmî araştırmalarda bulundu. En meşhur eseri,” Mârifetnâme'nin” bir bölümünde öğütler yer almaktadır.
Ey aziz! Konuşursan doğru konuş. Doğruluk keramettir. Yalan aşağılıktır. Kurtuluş doğruluktadır. Yalan söyleyen kimseden hayır yoktur.
Boş laflar ve şakalar zarara yol açar; ömrü boşa geçirmektir. Gıybet ve koğuculuktan sakın ki, bunlar insanı halktan ve Haktan uzak ederler.
Özür dileyenin özrünü kabul et. Elinden geldiği kadar kusurları affet.
İyilik yapanla kötülük yapanı bir tutma. İyilik edeni duadan unutma. İyiliği unutup kusuru saklayan dost değil, düşmandır. Dostunun hatasına dayanamayan ölüm hastalığında yalnız kalır.
İyi insan aza şükreder, kötü insan çoğu da beğenmez, kötüye kullanır.
İyi insan verdiği sözü yerine getirir. Sözünü tutmayanı affeder.
Cimri ve korkakla meşveret etme. İyi insan güzel hareketleri kendi üzerine borç bilir ve bunları yerine getirir. İyi insan namusunu malıyla, kötü insan malını namusu ile korur.
En faydalı hazine gönüllerdeki sevgidir. Güzel ahlâkın en güzeli sana gelmeyene senin gitmendir, seni mahrum edene senin iyilik etmendir. Sana zulmedeni affetmendir.
Sevginin sebebi cömertliktir. Cömertlik zenginliğe ve rahatlığa sebeptir. Cömertlik insanın süsüdür. Cömertlikle efendilik olur. Şükür ile nimet artar. Tatlılıkla zorlar kolay olur.
Ülfetin sebebi vefadır. Ayrılığın sebebi ihtilaftır. Fakirliğin sebebi israftır.
Gönüldeki sükûnet en güzel süstür. İnsanlarla iyi geçinenin ayıpları örtülür
Malınla cömert, sırrınla cimri ol ki, mal veren aziz, sır veren zelildir. Seni öven belki boğazlar. Sana ayıbını söyleyen nasihat eder.
İnsanlarla iyi geçinenin ayıplan örtülür. Halkın ayıplarını arayanın ayıplan duyulur. Öğüdü kabul eden yüz karalığından kurtulur. Sana teveccüh edene yardım etmen gerekir. Küçük musibeti büyük sayan daha büyüğüne tutulur. Halka ihsan eden, Haktan ihsan bulur.
İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükretmiş olmaz. Senden razı olana teşekkür etmek onun rıza ve cömertliğini arttırır. Namahreme bakmayanın kalbi rahat olur
İnsanlardan utanmayan Allah'tan haya etmemiş olur.
Sana söz getiren, senden de söz götürür. Babasına ve annesine itaatli olan, evladını kendisine itaatli bulur. Halkın beğenmediği işleri işleme ki, hakkında iftiraya başlamasınlar.
Geçimli hanım iki rahatın biridir Kadın reyhandır, kahraman değil, onu yük altına atma. Kadına yük olma. Geçimli hanım iki rahatın biridir.
Sosyal adalet denince aklımıza ilk önce vicdan özgürlüğü, insanlar arasında eşitlik ve toplumda sosyal dayanışmanın sağlanması gelmektedir.
Bu konuda hiç kimse, diğer insanlardan üstün olduğunu iddia edemez. Çünkü insanın sorumluluk duygusuyla hareket edebilmesi için toplumda cinsiyet, ırk, renk, dil ve din esasına dayanan ayrımcılık olmamalıdır. Bunu da ancak sosyal adalet sağlar.
İslamiyet’te “Komşusu açken tok yatanlar bizden değildir” anlayışı yer almaktadır.
Sosyal adaletin özünde kişi haklarının korunması, ekonomik değerlerin dağılımında imtiyazlı, mutlu azınlığa, ezen ve ezilene asla yer yoktur.
Halife Hz. Ömer döneminde bir Yahudi arsasına cami yaptıran valiyi şikâyet edince Halife:
– Derhal cami yıkılsın, arsa hak sahibine verilsin, diye emir vermiştir.
Hz. Ömer karanlık, soğuk ve dondurucu bir kış gecesi sahabeden İbn-i Abbas ile Mekke sokaklarında karşılaşır. Birlikte dolaşırlarken bir evden ağlayan çocuk sesleri duyulur.
Hz. Ömer (r.a.) kapıyı vurup selam verir ve izin alıp içeriye girer. Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş, hem ateşin üzerinde kaynayan tencereyi karıştırıyor hem de minicik yavruları susturmaya çalışıyor. Hz. Ömer (ra.) kadına:
– Valide bu yavrular niye böyle durmadan ağlıyor?
Kadın içini çekerek:
– İki günden beri açlar da ondan, diye cevap verir ve sonra:
– Oğlum şu ateşte kaynayan yemek değil. Çocukları oyalamak için tencereye çakıl taşları koydum durmadan kaynatıyorum. Evde pişirecek hiçbir şey yok. Bu gördüğün yavrular benim, anasız babasız yetim torunlarımdır.
Oğlum, kocam ve kardeşlerimin her biri bir savaşta şehit düştüler. Soylu ve zengin bir aile iken yoksul düştüm kimseye gidip hâlimi anlatmaya, el açıp bir şeyler dilenmeye de yüzüm tutmuyor.
Hz. Ömer (r.a.) kadının sözünü bölerek üzgün bir sesle:
– Valide, Halife Ömer’e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun, dedi
Öfkelenen kadın halifeye şöyle bir baktı ve:
– Halife Ömer’in her iki dünya elim yakasında olacak.
Hz. Ömer (r.a.):
– Niçin Ömer’e böyle beddua ediyorsun! Onun ne günahı vardır, dedi.
Kadın:
– Evladım! Ben şu ihtiyar hâlimle iki günden beri huzursuzum. O, Müslümanların reisi değil mi? Bizler önce Allah’a sonra do onun eline emanetiz. Gelip de benim hâlimi nasıl sormaz? Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor?
Hz. Ömer (r.a.):
– Valide haklısın. Ama zavallı halifenin işi bir iki değil ki! Kim bilir başını kaşıyacak kadar bile boş zamanı yoktur, deyince kadın aynı kızgınlıkla sözlerine devam etti:
– Mademki dertlilerin derdine çare olmayacaktı, neden halife olmayı kabul etti? Benim babam, amcam, dayım ve gencecik oğlum hep onun ordularında şehit düştü. Böyle dertlerimize yeni dertler eklesin diye mi biz onu başımıza geçirdik?
Hz. Ömer (ra.) yerinden doğruldu. Bitkin bir sesle:
– Haklısın sen yine çocukları avut ben hemen dönerim, diyerek oradan ayrıldı. Yol boyunca ağzından tek kelime çıkmadı.
Doğruca devlet hazinesine vardık. Halife bir un çuvalını sırtına aldı, benim elime de bir yağ kabı tutuşturdu..
– Ey Müminlerin Emiri! Ne yapıyorsun? Bari müsaade ver de çuvalı ben alayım, dedim.
Hz. Ömer (r.a.):
– Hayır, ey İbn-i Abbas! Yorgunluktan yere yığılsam bile yükümü sırtımda götürürüm. “Dicle kenarında otlayan bir koyunu kurt kapsa İlahi adalet onun hesabını Ömer’den sorar”.
Şu yaşlı kadın ve yavruları kimsesiz kalır; sorumlusu Ömer’dir. Bakımsızlık ve sefaletten bir ev çökse sorumlusu Ömer’in omuzlarındadır.
Ağır çuval yükü altında iki büklüm çadırına gelirler. Hz Ömer yemeği pişirir ve öksüz yavruların karınlarını doyurduktan sonra kadına:
– Sen yarın erkenden halifelik makamına gel der ve birlikte dışarı çıkarlar.
Yaşlı kadın, öğleye doğru halifelik makamına gelince orada Hz. Ömer’i hemen tanır ve olanlardan dolayı özür diler. Kadına ve öksüz torunlara emekli maaşı bağlanır.
“Adalet Mülkün temelidir”. İnsanlığın vazgeçilmez değerlerinden birisi de adalettir..
İşte sosyal devlet anlayışı budur. Burada mazeret üretmeden mazlumun, yoksulun ve muhtaçların yanında olma zorunluluğu vardır.
Yazının DevamıSadrazam (Öküz) Mehmet Paşa, Kervansarayı ve Külliyesi
Ulukışla ilçemizin simgesi olan Öküz Mehmet Paşa Külliyesinin bölümleri; cami, zaviye, hamam, konuk odaları, kiler, imarethane, develik, ahır, çarşı ve müştemilatından meydana gelmiştir. Bu külliyeyi, Sultan I.Ahmet ve Sultan Genç Osman döneminde Sadrazamlık (Başbakanlık) yapan Oğuz boyundan Türkmen çocuğu Kara Mehmet Paşa, 1610-1622 yılları arasında baba yurdu olan Ulukışla’ya bir vefa borcu niyetiyle yaptırmıştır. Aynı zamanda bu eser Hicaz yolu üzerindedir ve bu nedenle tüm yolcu ve ticaret kervanlarına hizmet verdiği gibi Osmanlı Ordusunun Doğu seferlerine giderken barındığı, ikmal ve lojistik destek sağlandığı, İç Anadolu’nun en büyük kervansaraylarından biridir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu nadide eseri anlatırken
“Karaman Ereğli’sinden yine kıble tarafına giderek 9 saatte Ulukışlak kasabasına menzil aldık. Bu kasaba Karaman eyaletinin Niğde sancağında, Koca Mehmet vakfıdır. En meşhur camii Koca Mehmet Paşa Camiidir. Kubbeli ve minareli, avlusu mermer döşeli şirin bir camidir. Yanında bir zaviyesi, latif bir hamamı, büyücek bir hanı vardır. Güya bu han bu şehrin kalesidir. 170 ocaktır. Başka bir harem odalığı, develiği, 300 tavla at alır ahırı, avlusu, ortasında büyük bir havuz, bir kileri ve yemek yedirilen bir imareti var. Her akşam ocak başına birer bakır sini ile beşer tas buğday çorbası beşer ekmek, birer yağ kandili ve her at başına birer torba yem verilir. Nimeti bol, vakfı sağlam bir hayrattır. 300 kadar dükkânları vardır. Bu binaların tamamı kâgir ve baştanbaşa kurşunla örtülü olup, Mehmet Paşa vakfıdır.”diyor
Buraya gelen yolculardan yerli, yabancı, Müslim ya da gayri Müslim olsun fark etmez, üç gün yemesi, içmesi, barınması, hayvanlarının bakımı dâhil hiç bir ücret alınmaması vakıf şartnamesi gereğidir.
Bu eser, Şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han duvarları” şiirine de konu olmuştur.
Not; Kervansarayın önüne, yâda içine kaide üzerine yazısı yazılarak büst yapılmasını teklif ediyorum. Tarikte ilk kez Niğde’den Vezir’i Azam (Başbakan) çıkması önemli bir tespittir.
Çocuk eğitiminin ne denli önemli olduğunu bilmeyen var mıdır? Endişemiz gelecek yıllarda okumayıp eğitim almayanlar ya da bir meslekí formasyona sahip olmayanlar için pek kolay olamayacak gibi görünüyor.
Çocuk eğitimi elbette ki çok önemlidir. Çocuğa iyi davranışlar kazandırmak, kendi kültür değerlerini ve inancını yaşayabilmelerini sağlamak, kişilikli ve bilgili yetiştirmek dahada önemlidir.
Okullarda okumak, bir meslek edinmek için diploma almakda yeterli olmuyor. Bir çocuğun geleceğe hazırlanması, ona güzel ahlâk kazandırma, iyi bir insan olarak yetiştirilmesi için eğitim şarttır.
Veliler çocukların okula düzenli devam etmeleriyle ve dersleriyle ilgilenmeli, eve geldikleri zaman, bugün neler öğrendiğini sormalı. Yanlış bir şey öğrenmişse uygun bir dil ile doğrusunu öğretmeye çalışmalı.
Çocukların kimlerle, nerede ve nasıl arkadaşlık yaptıklarına dikkat etmeli... İyi kimselerle arkadaşlık etmelerini, onlara güven aşılayip, sorumluluk verilmeli. Onlara asla kaldıramiyacakları şeyleri yüklenmemeli..
Çocuklara en iyi model kendi anne-babalarıdır. Bu nedenle cocuklarımıza öncelikle her açıdan kendimizin iyi örnek olması gerekir.
Neslimiz'in devamı ve geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza ne kadar önem veriyoruz?
Bu konuda herkes üzerine düşeni yapıyor mu?
Aslında bizim inanç geleneğimizde “Her çocuk dünyaya temiz olarak gelir. Sonradan onun Müslüman veya gayri Müslim olmasına ailesi yada çevresi vesile olur.
Çocuklar, annelerin koruması altında, uzun ve yorucu bir çabayla hayata hazırlanırlar. Her çocuk düşünce ve fikir yapısı yanında duygu ve sevgi değerlerine de sahiptir.
Bugün “çocuk ıslahevlerinde” anasız-babasız büyüyen çocuklarda psikolojik bozukluklar görülmektedir. “Ağaçlar su ile beslenmeli, çocuklar sevgiyle, ilgiyle büyütülmelidir”.
Su nasıl kabın şeklini alırsa, hamur elde nasıl şekillenirse çocuk da iyi huylarını aile ortamından alır. Eğer anne-baba çocuğuna iyi örnek olursa o çocuk, meyveli ağaç gibi verimli olur.
Aile ortamından uzak, eğitimsiz, sevgisiz yetişen çocukların bunalıma düştüklerini biliyoruz. Aslında çocukların sadece maddi ihtiyaçlarını karşılamakla da onların problemleri çözülmez.
Çünkü çocuk her gördüğünü taklit eder ve her şeyi olduğu gibi alır. Bu bakımdan çocuğa doğruyu, yanlışı, güzeli, çirkini öğretirken daima hoşgörülü davranmak gerekir.
Dünyaca bilinen ünlü bilim adamı “EİNSTEİNE” der ki, “Bugünün gençleri çabuk iş gören bir makine gibi yetişmektedir. Fakat insan asla bir makine olmamalıdır. İnsanın iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini ayıracak bir kafası olmalıdır.
Bu kafa yerinde değilse onun hiç makineden farkı kalmaz. Ben bugünkü gençlikte en büyük eksikliği bu noktada görmekteyim. Biz çocuğa başka türlü terbiye vermeliyiz. Yoksa bu çocukların talimli köpeklerden hiç farkı kalmayacaktır” diyor.
Çocuğu tek başına bilgiyle donatmakta yetmez, Onları etik açıdan da takviye etmeliyiz. İlimle ahlak, etle tırnak gibi birbirlerini tamamlayan unsurlardır.
Çocuğun terbiyesine önem vermeyen aileler onu tehlikeye kendi eliyle atmış olurlar. Bunun zararını hem kendisi hem de çevresi görecektir.
Her çocuğun özünde, mayasında iyiliğe, kötülüğe yatkınlık vardır. Onları güzellikle, hoşgörüyle düzeltmek gerekir. Terbiye hiçbir zaman baskıyla yapılmaz.
Çocuğa tatlı dille, güler yüzle yaklaşmalı, gereksiz yere şiddet gösterilmemelidir. Çünkü aşırı baskı çocuğu isyana sürükler.
Çocuğun ileriki dönemde mutlu yada mutsuz, başarılı ya da başarısız olmasında ailededen almış olduğu bu eğitim önemlidir.
Çocuğa anne ve baba güven telkin etmeli, onların yanında başkaları aleyhinde asla konuşmamalı.
Çocuklar bizim geleceğimizdir. onları iyi birer insan olarak hayata hazırlamalıyız. Çünkü Çocuk terbiyesi zordur ve aynı zamanda sabır isteyen kutsal bir görevdir.
Yazının Devamıİran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani İsrail’e karşı sert davranışlarıyla tanınan bir askerdi. Yahudiler onun varlığından oldukça rahatsızdı. Pentagon, ABD Başkanı Donald Trump'ın talimatı ile İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin Bağdat yakınlarında öldürüldüğünü açıkladı.
ABD Başkanı Donald Trump tutarsız, dengesiz bir liderdi. Çünkü Amerikan Senatosu ve Pentagon, silah Baronları Yahudi lobilerinin tekelinde ve Ortadoğu’nun kan gölüne dönüşmesinin kararını da onlar veriyordu.
Şimdilerde hedef tahtasına konmak istenen ülke Türkiye'dir. Daha önce biz bunun acı reçetesini fazlasıyla yaşadık.
Yakın tarihimizde Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl'in Sultan Abdülhamid’e karşı yaptığı ihanetleri biliyoruz. Komünizmin babası Alman asıllı Karl Marx, Rusya’da Komünizmin kurucu lideri Lenin’in Yahudi asıllı olduğunu bilmeyen yoktur.
Bu açıdan bakıldığında ABD, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere devletlerinin karar vericileri Mason localarının emrindedir.
Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamlı, görkemli saltanatı son dönemlerinde, yöneticilerin yanlış uygulamalarıyla ağır ağır çökme noktasına gelmiştir.
Halbuki Yavuz Sultan Selim Han bir gün paşalarını toplayıp, duvardaki dünya haritasını göstererek; “Heyhat! Şu dünya bir Sultan’ın yönetimine fazla, ikiye de çok azdır” diyordu.
Uçsuz bucaksız Osmanlı İmparatorluğu şimdi lime lime parçalanıyordu. Tanzimat’ın getirdiği yarım yamalak hürriyetle, asırlarca devam eden Türk töresi yok ediliyordu.
Bu gün Ortadoğu’da güçlü bir Türk devletinin varlığı Yahudi Baronlarını rahatsız etmiş, gizli istihbarat örgütleri marifetiyle bu konuda radikal kararlara imza atmışlardır.
Örneğin, ülkemizde halkı sınıf ve zümrelere ayırma, İnanç sistemini istismar etme, Sanayii’nin ziraatı ezmesi, hizmete liyakatsiz insanları getirilme, iktisadi krizle yoksulluğu körükleme çabaları Siyonizm’in sinsi planları olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman’ın kapitülasyonuyla Avrupa’ya verilen taviz, Sultan Mahmut’un koltuğunu koruma pahasına ilan ettiği Tanzimat Fermanı İmparatorluğun sonunu getirmiştir.
Böylece altı yüz yıllık çınar ağacının özüne kurt düşmüştür. Bundan sonraki dönemlerde de bu çöküntü devam ede gelmiştir. Milli Şair Mehmet Akif Ersoy;
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,
Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.” Diyor.
Böylece Türk milleti, töresini ve geleneğini terk etmenin bedelini ağır ödemiştir. Anadolu Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar ve İngilizler tarafından işgal edilmiş. Netice olarak Misak-ı Milli sınırları içinde kalan yerler İstiklal Savaşı ile korunabilmiştir.
Bu gün Osmanlı İmparatorluğun enkazları üzerinde tam otuz beş devlet kurulmuştur. Ülkemizi sinsi planlardan kurtaran, bu cennet vatanı bize armağan edenleri minnet ve şükranla yad ediyoruz.
Düşman yine aynı düşman. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Anadolu’yu Ortadoğu bataklığına çekmek isteyenlerin niyetleri ortadadır. Bu tuzağa asla düşmemeliyiz. Bilinmelidir ki, Türk İslam aleminin en sinsi düşmanı İsrail ve Yahudi lobileridir..
Yazının DevamıTürkler mukaddes inancın güvencesi, bu konuda engel tanımaz bir ummandır. Doğudan Batıya, güneyden kuzeye yayılan Ulustur.
Türk Allah’ın Resulünün övdüğü, sevdiği, “Allah’ın kınından sıyrılmış kaza kılıcıdır. Hakk’ın batıla üstün gelen hıncıdır.“
Hakan Kültigin, 1100 küsur yıl önce; “Açları doyurdum, çıplakları giydirdim, darı bol ettim” diyordu.
Çin kaynakları “Doğu Türkistan’da sefalete rastlanmazdı ” dediği Türkler gelenek ve göreneklerine bağlılığı ile tanınırdı.
Daha sonra Batıya doğru akın yapıp, Anadolu’ya Türk yurdu ve yaylağı yaptılar. Yüz binlerce çadır halinde, sayısız Türkmen aşireti, önceden gidip Anadolu’yu Türkleştirdi.
Türk olmakla, Türkçü olmak aynı şey değildir. Türkleri tanımadan onlar hakkında karar vermek de yanlıştır. Müslüman Türk yöneticilerin özelliğini, büyük bilgin Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de şöyle ifade eder:
“Yüce yaratıcı, dünyayı yönetenlerin, üstün vasıflı olmalarını diler. Onun için bütün Türk hakanları güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar dünyayı yönetme ülküsüyle cihan hâkimiyeti kurmalıdır." Diyor.
Türkler Abbasiler döneminde Arap merkezlerinde sürekli gelmeye devam ettiler. Zamanla Türk azınlığı çoğunluğu konumuna geldi. Devlet yönetiminde söz sahibi oldular. Halifelere baskı yapıp istediklerini alma ve dilediklerini yaptırma konusunda etkiliydiler.
Devlet ve hükümet işlerini çoğunlukla Türkler yönetiyordu. Halife azletme, uzaklaştırma, Halife ilan etme, dilediklerini devlet kadrosuna getirme konusu Türkler ’in elindeydi.
Abbasi halifesi Mansur, Türkleri yüce makamlara getiren ilk devlet adamıdır. (754- 775).
Hicabet makamına (Başbakan Müsteşarlığı) Hammad adında bir Türk’ü getirdi. Daha sonra sırasıyla Mehdi ve Mübarek isimli Türkler ile bu gelenek devam etti.
Halife Memun’un annesi bir Türk’tü. Türk asilzadelerinden Tolon’u, Kavus ve oğlu Afşin’i asla yanından ayırmazdı. Türklerden bir “Hassa” ordusu kurdu.
Halife Memun’dan sonra gelen Mutasım dönemi (833- 842) Türkler ’in altın yılıydı. Bu dönemde Arap ordusu tamamen revize edildi.
Türkler ’den yeni bir ordu kuruldu. İlk zamanlar sekiz, on iki bin arasında iken, zamanla sayısı artırıldı. Arap yazarı Hamavi bunların yetmiş bin, daha sonra seksen bin yirmi dört kişi olduklarını kaydeder.
İşte buraya kadar açıklamaya gayret ettiğimiz Türk ırkı, kendi içinde tutarlı olduğu zaman neler yapabileceğini gösterme bakımından çok önemlidir.
Türkler, İslam ülkelerine kurtarıcı olarak beklenen, Fatihler ordusu olarak girecektir. İslam’ın bayrağını Araplardan Selçuklular devralacak, daha sonra da büyük cihan hâkimiyetini kuran Osmanlı Türkleri bu bayrağı yücelteceklerdir.
B. Lewis bu konuyu şöyle ifade eder; “Osmanlı Türklerine gelince, onlar cihan imparatorluğu kurdular. İslam’ın doğduğu yerleri de İmparatorluğunun eyaleti konumuna getirdiler.” demektedir.
Sultan Tuğrul Bey Türkmenleri İmparatorluk çatısı altında topladı. On yıldan fazla sürecek olan Anadolu’nun fethi konusu üzerinde çalışmalar yaptı, planlar hazırladı.
Yazının Devamı