yandex
HARP OKULU DÖNEMİ | Gürbüz Turgay | Köşe Yazıları | Niğde Anadolu Haber
  • DOLAR
    42,3283
    %0,05
  • EURO
    49,0561
    %0,03
  • G. Altın
    5.547,47
    %0,17
  • Ç. Altın
    9.215,88
    %0,00
  • BIST
    10.669
    0
  • BITCOIN
    92,646.905
    0.48
  • ETHEREUM
    3,118.551
    0.7
  • DOLAR
    42,3283
    %0,05
  • EURO
    49,0561
    %0,03
  • G. Altın
    5.547,47
    %0,17
  • Ç. Altın
    9.215,88
    %0,00
  • BIST
    10.669
    0
  • BITCOIN
    92,646.905
    0.48
  • ETHEREUM
    3,118.551
    0.7
Gürbüz Turgay

HARP OKULU DÖNEMİ

: 28-04-2024


13 Mart 1899'da İstanbul’daki Harp Okulu’na ( Harbiye ) katılmıştır.  Öğretimin ikinci ayında kendisini kabullendirir ve sınıf çavuşu seçilir.  Oradaki tanışmalarını Ali Fuat Cebesoy anlatır. 

 İkimiz kapıdan birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Fakat kolundaki üçü kırmızı ve bir sarı şeridi fark edince duraladım. Askerlikte kıdem ve rütbe esastı.

- Siz öne geçin çavuşum, ben sizi takip edeyim.

 Bu cevabımdan memnun oldu. O önde, beni arkada dâhiliyeden çıktık.

İşte,  Türk tarihine şan ve şeref veren aziz rahmetli arkadaşım Mustafa Kemal'i böyle tanımıştım.  Üzerinden altmış küsur yıl geçmiş olmasına rağmen o cuma akşamını hala ve bütün heyecanı ile hatırlarım. Mektebin esas koridorunu geçerken koluma girdi: 

- Önce yatakhaneye çıkalım, size yatacağınız yeri göstereyim. Sonra dershaneye gideriz, dedi.

 Mustafa Kemal:

- Dershanemiz karanlık, fakat bizim yüreklerimiz aydınlıktır, dedi.

- Hangi okuldan geldiğimi sordu. Moda'daki Fransız Sen Josef Lisesi’nde okuduğumu söyledim. Sustu.  Bir şey daha sormak istediğini, fakat tereddüt ettiğini anladım.

- Askeri bilgi derslerinden imtihan verdiniz mi?

-Hepsinden imtihana girdim. Yalnız geometri ve cebir gibi dersleri Sen Josef’te Fransızca okuduğum için bunlara ait soruların cevaplarını Fransızca vermek istediğimi söyledim. Heyet kabul etti. 

 Birden elimi sıktı:

- Çok iyi, çok iyi, birbirimize yardımcı olacağız. Merak ettiğim bazı Fransızca eserleri okumak için sık sık sözlüğe bakıyorum. Bundan sonra sizden faydalanmaya çalışacağım. Çavuş işaretinin üzerindeki sarı şerit dikkatime çekmişti. Neye işaret ettiğini sordum. Meğer Fransızca imtihanına girmiş, başarı kazanmış, ondan dolayı bu şeridi de ilave etmişler. O zamanlar Türk okullarında yabancı dil öğrenimi kolay değildi. Kendi kendisine çalıştığı ve büyük gayret sarf etti muhakkaktı. Toplam yedi yüz elli kişiyi bulan sınıfta kendisi gibi dil bilenlerin sayısının parmaklık sayılacak kadar az olduğunu söyledi…

-  Bu sırada “Fuat, Fuat” diye birisinin bağırdığını duydum. Başımı çevirdim, Mehmet Ali Ağabeyim bize doğru geliyordu. Kendisine sınıfımızın çavuşunu tanıttım. El sıkıştılar. Okulun üçüncü sınıfında olan ağabeyim “Mustafa Kemal Efendi’yi gıyaben tanıyorum” dedi. “Manastır’dan gelen arkadaşlar onu çok methettiler” 

-Harp Okulunun birinci sınıfında iken Ali Fethi Okyar ikinci, Enver üçüncü sınıftadır. Kazım Karabekir bir yıl, İsmet İnönü iki yıl sonra girecekler. İlk yıldan sonra kitaplara sarıldığını söyleyen Mustafa Kemal, “ Matematik merakım devam ediyordu. İkinci sınıfta askerlik derslerine merak sardım. Güzel söyleme ve yazma hevesim devam etti. Dinlenme zamanlarında kompozisyon çalışmaları yapıyorduk.  Saati ellerimize alıyor; bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim diye yarışma ve münakaşalar yapıyorduk”  diye anlatır.

- Kazım Zeyrek (Karabekir) ile de Ali Fuat tanıştırır.

 -Önce büyükannemin, sonra da babamın elini öptük. Babam:

 -Fuat'la kardeş gibi geçiniyormuşsunuz, memnun oldum. İnşallah meslek hayatında birbirinizden ayrılmazsınız, dedi.

 Arkadaşım mahcup bir gençti. Büyüklerin yanında mahcubiyeti daha da artardı. Yemekte biraz açıldı. O geniş kavrama kudreti ve keskin zekâsıyla bazı sorularına verdiği cevaplar, babamı bir an şaşırtmıştı. Babam:

- Seni çok sevdim oğlum. Kuzguncuk’taki evimize de beklerim, dedi.  Bana da:

- Seni de tebrik ederim. Böyle değerli ve iyi bir gençle arkadaşlık kurmuşsun. Okul sıralarında başlayan arkadaşlıklar kolay kolay sarsılmaz, dedi.

- İsmail Fazıl Paşa; gördüğü bu cevherde tanıdığı ve yaşadığı güzellikleri erken fark edenlerden olmuş, daha sonra Mustafa Kemal'in kurtuluş için çare aradığı günlerde “Mustafa Kemal Paşa, beni çağırdığı anda gelmez ve  emrine girmezsen namerdim” demiş ve 29 Temmuz 1919'da Ankara'ya gelmiş, ilk Milli Hükümetin Bayındırlık Bakanı olmuş ve makamında ölmüştür.

OSMAN NİZAMİ PAŞA VE ERKEN FARK EDİLİŞ, BİR TESADÜF 

Ali Fuat ( Cebesoy)  anlatır:

Kuzguncuk’a yeni yaptırdığımız binaya taşınmıştık. Birkaç hafta sonra babam: 

 “Mustafa Kemal Efendi'yi göreceğim, beklediğimi kendisine söyle ve al getir” dedi.  1902 yılı haziran ayı (21 yaş),  bir perşembe günü Mustafa Kemal ile beraber Kuzguncuk'a geldik. Mustafa Kemal akşam yemeğini bizde yiyecek, yemekten sonra İstanbul'a dönecekti. Akşam Fethi Okyar’la randevusu vardı. Eve gelince babamı evde bulduk. Elini öpen arkadaşımın;  O da yüzünden, gözünden öptü.

 “ Oğlum burası senin evin sayılır, niçin sık gelmiyor da davet bekliyorsun?” diye sitemde bulundu. Yemekten sonra ayrılması gerektiğini söyleyince: “Kesinlikle olmaz, yarın Fuat’la beraber dönersiniz.  Hem sizi çok değerli bir tuğgeneral ile tanıştıracağım. Kendisine senden birkaç defa söz etmiştim. İlgi gösterdi ve “Bu çocuğu ben de görmek isterim” dedi. “Yarın bize öğle yemeğine gelecek” 

Babam, daha sonra, arkadaşı Osman Nizami Paşa hakkında bilgi verdi. Paşa, ağırbaşlı, iyi öğrenim görmüş bir kurmay subaydı, kumandanlıktan çok kendisini bilime vermiş bir askerdi.  Almanca ve Fransızcayı ana dili gibi bilirdi, edebiyatlarını da iyice kavramıştı. İngilizceyi de yanlışsız konuşurdu. 

“Biraz olumsuz yaradılışlıdır!”  Babamın bununla neyi kastettiğini anlamadım. Yalnız kendisiyle serbestçe konuşmamızı önerdi. 

 Osman Nizami Paşa, Meşrutiyet yıllarında Berlin'de büyükelçilik, Balkan Savaşı'nda Bayındırlık Bakanlığı yapmıştır.  Ertesi gün öğleden önce Osman Nizami Paşa ile tanıştık. Daha doğrusu Mustafa Kemal tanıştı. Babamın bu eski arkadaşını ben birkaç defa görmüştüm. Konuşma “ülke geleceği”  üzerine devam ediyordu. Mustafa Kemal, Paşa’nın gelecek hakkındaki sözlerine hayretle ve irkilerek dinliyordu.  

-Paşa “İstibdat yönetimi bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat onun yerine Batılı anlamda bir idare, ülkeyi her bakımdan acaba kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum…”dedi…

- “ Paşa Hazretleri, Batılı anlamdaki yönetimler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap olduğunda bugün iş başında olanlar, yerlerini korumaya kalkarlarsa, o zaman buyurduğunuzu kabul etmek gerekir.  Kuşaklar içerisinden her konuda güvenilir insanlar çıkacaktır.”

 Osman Nizami Paşa buna yanıt vermez. Sorular sorar, cevaplarını ilgi ve dikkatle dinler. Aynı gün akşam Harp Okulu’na dönmek zorunda olduğumuz için, General’in iznini almak üzere yanına gittiğimiz zaman şu sözleri söylemişti: “Mustafa Kemal Efendi oğlum, görüyorum ki İsmail Fazıl Paşa seni takdir etme konusunda yanılmamış. Şimdi ben de aynı düşüncedeyim. Sen, bizler gibi yalnız erkânı harp subayı olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin, ülkenin geleceği üzerinde etkili olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende ülkenin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri eşsiz kabiliyet ve zekâ belirtilerini görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum. “ 

 Aslında utangaç olan arkadaşım, bu övgü karşısında başını önüne eğdi. “Paşa Hazretleri, bana gereğinden fazla övgü gösterdiniz” diyerek teşekkür edip, Paşa’nın uzattığı eli öptü.” 

 Öğrenimine Harp Akademisi’nde devam eden Mustafa Kemal, zekâsı ve yetenekleriyle herkesin saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerinin yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye de meraklıydı. Harbiye ve Harp Akademisi'nde memleket meseleleri ve millet davası ile ilgilenmesi sebebiyle aydın ve inkılapçı bir subay olarak tanınmaktaydı. 

“Düşüncelerimizi, sayıları binleri bulan Harp Okulu öğrencilerine aşılamak için gizli bir örgüt kurmuş, el yazısı iki nüsha dergisi çıkarmıştık. Önderimiz Mustafa Kemal'di. Gelebilecek en büyük sorumluluk onun omuzlarında idi. ULUSLARI UYANDIRACAK OLANLAR, ANCAK DÜŞÜNCE ADAMLARIDIR diyordu. Bu amaçla daima her bulduğunu okuyor, okuduklarını yorumluyor ve vardığı sonuçları aktarıyordu. Namık Kemal, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit, felsefe,  tarih… Charles Darwin’den evrim kuramlarını. İçeriğine tepki duyduğu Fener Rum Patrikhanesi yayınlarını kaçırmıyordu. Arkadaşlarına, “ Bir kurmay subay mutlaka yabancı dil bilmelidir” diyordu. Tatillerde Selanik'e gittiğinde, bir Fransız okulunun yaz kurslarına katıldı. Harp Okulu öğrencilerine yasak olmasına rağmen Beyoğlu'nda sahibi Fransız olan bir pansiyon kiraladı. Orada hem yabancı dilini hem de yayınları takip ediyordu. Kendi arkadaşları içerisinde dış dünya ile ilgisini imkânlarını zorlayarak, gelebilecek tehlikeleri göze alarak, gizli yollardan dış dünya ile ilişki kurma cesareti gösteren tek kurmay adayıdır. 

Harp Okulunu 21 yaşında 10 Şubat 1902'de Piyade Teğmen olarak bitiren Mustafa Kemal, kıyafeti ile çektirdiği fotoğrafını hemen annesine gönderdi ve Harp Akademisi’ne hak kazandı. 


KAYNAK : Op. Dr. Gürbüz TURGAY’ın “Neden Atatürk Hepimizin 1” isimli kitabından   



NİĞDE VEFALISI,KÜLTÜR SAVAŞÇISI


Sevgili İsmail Özmen ağabeyimin vefatına ne kadar üzüldüysem Akpınar dergisinin yayınına devam etmesine de o kadar sevindim.Çocukluğumdan beri dergilere özel bir ilgim vardı.Ortaokul liseli yıllarda Varlık dergisi,yıllar sonra yazarlarından olma gururunu yaşadığım ve ilk sayısından itibaren biriktirdiğim Bütün Dünya Dergisi  ve onlarcası…Niğdemize ait güzellikleri de veren kültürel yazılarla dolu Genç Arkadaş,Süha Tekten kardeşimizin çıkardığı,Türkiye’de kimsenin adını duymadığı N.Tesla’yı tanıttığım,ülkemiz için Tesla’yı bilmemizin neden önemli olduğunu ,Nuri Demirağı ve buluşçu insanlarımızı da anlattığım güzelim  Gelişim Niğde, H.Berkay Tav’ın Niğde Haberci dergileri de bunlardandı.Kayboldular.Dergileri itina ile okur,bazen yazılara uygun cevaplar yazar,her yeni sayıyı evimize sevdiğimiz bir misafir gelecekmiş gibi duygularla beklerdim.Herbiri ile ilgili ilginç anılarım oldu.Dergideki bir yazımı kimlik kartı gibi kullanarak faydalanmamın mutluluğunu yaşadım.Dergi dostluklarım da oldu,Mete Akyol,Halit Kıvanç,Rektör Alemdaroğlu ile dostluklar kurdum. 

Bu duygularla dergicilik nedir ,sıkıntıları,nasıl olmalı, emekler…hep düşündüğüm şeylerdi.Niğde tarihinde özel bir yeri olan ,Halk Evlerinin yayını olarak çıkarılmış,1941 yılına kadar 61 sayı.sayısında halkevlerinin kapanması ile yayın hayatını sonlandırmıştır.İşte İsmail ağabey yıllar sonra  Niğde  folklorü ,kültürü,edebiyatı  ve Türkçe,Türk Dünyası ile ilgili yazılarla Akpınar dergisini yayın hayatına yeniden kazandırdı.Adil İzci’nin kitaplarında iğde ağacını bile anlattığı güzel arkadaşlıkların olduğu Murtaza Bey

Sokağının bir ucunda otururdu ve diğer akrabaları da komşumuzdu.Evden çıktığımda hep onun ıssız evini görürdüm.Yıllar sonra dergi ve gazetelere yazdığı yazıları ile tanıştım.Gönül dostluğumuz olmuştu.Bazen gazete yazıhanelerinde karşılaşır kısa sohbetlerimiz oluru.Uzaktık ama biliyorum  hep yakındık.İlgi alanlarımız  Türkçe ,Niğde ,Niğde kültürü,hüzünlendiren folklörü bizi bağlıyordu.Her karşılaştığımızda ona NİĞDE KÜLTÜRÜNE KATKILARINDAN dolayı hep teşekkür ettim.20 yıl önce çirkinliklerini anlattığım VİTRİNDEKİ TÜRKÇE fotoğraflı sunumumum için de o bana teşekkür etmişti…Vefatı ile onu anlatmak için şu iki kelimeyi uygun gördüm:NİĞDE VEFALISI.

Kolay değil KÜLTÜRE KATKIDA BULUNMAK.En az onun kadar önemli bulduğum BUNU DÜŞÜNMEK...Hele dergiyi toparlamak,yazmak,basılması aşaması,dağıtımı...Ben de bir sayfayı yazmanın bir aldığını,kitap yazarken ömrümden ömür aldığını yaşadığım için…Düşünüyorum da ne büyük emek...katkıda bulunmayı DÜŞÜNMEK daha önemli dedim ya.Makamlara oturanlar iyi bir sey yapıyorum SANIP Niğde kent kültürüne darbe vururken İsmail ağabeyim hem de görünmeyen ama zihinlerde yer edip kaybolmaya ramak kalmış anekdot,kişi,anı  vs leri ebedileştiriyor...sevinçle yeni kent yapıyorum diyenlerin Sungurbey kütüphanesini ve o bir neslin düğününü yaşamış düğün salonunu yok edişini,yerine hançer gibi ucubenin dikilmesi...Niğdenin Sesi Gazetesinden Fuat Tuğrul,Hamle Gazetesinden İsmet ve Ali Osman Sayın,Süha Tekten,Berkay Tav,Kazım,Gülistan Durutürk,Arif Acındı…Ömürleri Niğde kültürü için matbaalarda geçen hatırladıklarım…Önceleri üstünü bugün ne olduğu bilinmeyen FİLATELİS Kulübü olan ,ama uzaklardan gelen kültür abidelerinin buluşma yeri olan,her anı ile Niğde kültürünün yaşanmışlıklarının anlatıldığı,Atatürk’ün Niğde’ye geldiğinde bir anısını orada duyan Münir Tüylü kardeşimizin bana aktardıklarından makale yaptığım,o anlatılamayacak İLK KÜLTÜR MERKEZİ  DİYEBİLECEĞİM Aile Pasta Salonunun yıkılışı…Anlatılır mı…Niğde Haberci dergisine yine bu konuda yazdığım 23 Nisan İlkokulunun önce isminin değiştirilmesini   ve sonra taşınmasını anlattığım  yazıyı okuyan İzmir'de oturan bir hemşehrimiz telefonla arayıp hüznünü bana ağlayarak anlatmıştı : OKULUM ŞİMDİ YOK MU demişti...İnönü,Sakarya ve son direnen Dumlupinar İlkokullari...Ahmet Pınarı soğuğun insanı dondurduğu,nefesin havada donduğu yıllarda cebinde bir avuç kuru üzüm ve bir Fertek halkası ile Niğde’ye yürüyerek gelip dönen minik yavruların soğuktan korunmak için (!) sığındıklarını defalarca duyduğum,hüzünle dinlediğim ,okuduğum o Ahmet Pınarı...Hemen ilgili kişiye müracaatta bulunduğumda NUMARA ILE SÖKTÜK,YENIDEN YAPACAGIZ yalanıi yıkımına örnektir.KÜLTÜR... bilinmezse  6 harfli kelime olur.Son kale diyebileceğim eski Niğde Vilayet, Hükümet binası yıkılırsa nereden bileyim benim sehrimi?İş Bankası önündeki ayakkabı boyacısı Niyazi ile mi bileceğim ! Şehrim diye gelip Hükümet Meydanına şöyle bir bakalım.Önce Atatürk heykelinin kinle ters döndürülüşünü görür şaşırırsın.Halbuki o binanin silüetini bulundurmak için 10 metrelik kısmını sembolik olarak bırakıp ,hem de devlet var anlayışı ile  merkez karakolu yapılabilirdi…   Bir iz var mı şimdi benim şehrimden? Kime anlatabilirim ki !Yaz tatilinde Niğde’ye geldim.Hizmet sevinci ile kültüre hançer saplandığını duyduğum Fertek...Liyakatsiz kişilerle önce KÖYE GELDIN’ i hatırlatan o güzelim sağlı sollu tünel gibi ağaçlı yolu,imarsızlığı...ve son olarak TAHSiLLERI ILE ANI DEPOSU OLARAK köylerine dönen vali,müdür,elçi vs.hepsi gurur abidesi insanların anılarının MERKEZ BANKASI olan FERTEK GAZINOSU nün yok edilişini duydum.Orayı görünce hüznüm perçinlenir,zihnimdekini koruyayım bari diyerek   hala,amca oğullarını ziyarete gidemedim.Kültür  bu işte...o içinde olsaydı eğer ,satan SATMAZ;olmasını ümit ederdim ve de beklerdim ki  alan da ALMAZ,KIYIP DA ALAMAZDI. Kimin aklına gelir hizmet için GÖLÜ YOK ETMEK ! İşte her alanda yoğunca yıkımını gördüğümüz olaylardan GÖRÜNENLER ine örnekler.

 İsmail ağabey o zihinlerde yer eden ,görünmeyen eserleri kitaplarla,makaleleri ile  ölümsüzlestiren KÜLTÜR SAVASÇISI idi.Ümit ederim ki genç kardeşlerimiz ismi ile tarihimizde yer tutan AKPINAR DERGİmizi yaşatırlar.Biliyorum,mekanı en iyi yerdir,ayrıca o hep bilenlerinin kalbinde kalacaktır.

Güle Güle kültür,pardon

GÜLE GÜLE  sevgili ağabeyim.

Bütün güzellikleri bizlere yaşatan VAROL NİĞDE VEFALISI,KÜLTÜR SAVAŞÇISI 

Yazının Devamı

BÜYÜK İSKENDER ve ARİSTO

Büyük İskender, Aristo'ya "Ele geçirdiğim topraklardaki insanları da ele geçirmek istiyorum" demiş. "Onları da egemenliğim altında tutabilmem için ne yapmalıyım?"

  Aristo, önce ne yapmak istediğini sormuş. Büyük İskender yapmak istediklerini sıralamış:

  1-Ülkenin ileri gelenlerini sürgüne gönderebilirim.

 2-Ülkenin ileri gelenlerini hapsedebilirim.

  3-Ülkenin ileri gelenlerini kılıçtan geçirebilirim.

 

Aristo bunları dinledikten sonra cevap verir:

  1-Cezaevine kapatırsan, cezaevleri kültür merkezine döner. Buralardan militan yetişir!!!

  2-Sürgüne gönderirsen, oralarda toplanıp başkaldırırlar.

  3-Kılıçtan geçirirsen intikam hırsıyla büyürler, ilerde tahtını sallarlar.

Şu tavsiyelerde bulunur: 

              -HALKIN ARASINA NİFAK TOHUMLARI EKERSİN

              -ÖNCE KAVGA SONRA SAVAŞ EDECEK HALE GETİRİRSİN

              -HALK BU KIVAMA GELDİĞİNDE DURUMA EL KOYARSIN

              -KENDİNİ HAKEM OLARAK KABULLENDİRİRSİN

              -HER İKİ TARAF SENDEN ÇÖZÜM BEKLERKEN 

      Ç Ö Z Ü M E  G İ D E N   T Ü M  Y O L L A R I   T I KA R S I N 


 Kısa bir süre sonra halkın, kendi isteğiyle senin egemenliğin altına girdiğini göreceksin!

2500 yıl öncesine ait bu teklif ABD’nin ORTADOĞU POLİTİKASI olur. Belki de…

Gürbüz  Turgay

Yazının Devamı

İFRAT, TEFRİT ve ANT

Günümüzde kullanılmayan kelimelerdir. Cümlelerle, örneklerle izah edilebilir. Kısa ve öz tanımları “aşırıya kaçma” dır. Dini manada yorumları, örnekleri farklı, sosyal durumlara göre tanımları örnekleri farklıdır. Çağımıza göre geriye dönük aşırılık veya çağda örneği olmayan aşırılıkları anlatır. Eski terazilerde düşünün, bir kefesi ifrat diğeri tefrit. Günümüzde uygulamada bir kefesinde din varsa diğerinde ahlak olduğu gibi! Her ikisi de günümüz toplumuna uymayan, tuhaf karşılanan duruşlardır… Bu nedenle toplumsal çatışmalar ve karışıklıklara sebep olabilmektedir…

            Şehir içinde iş için çıktım. Trafik yoğun.2000’li yılların başında Türkiye’de ilk defa dile getirdiğim “Vitrindeki Türkçe fotoğraf sergili sunum" yapmış, o tarihten sonra hep vitrinlere ve tabelalara bakar olmuştum. Bu gün de öyle oldu, arabamla yavaş yavaş ilerlerken tabelaları, vitrinleri okumaya başladım. Londra’dasınız ve tabelalar, vitrin yazıları hep Türkçe! İnsan nasıl gurur duyar, İngilizler Türkleşmiş dersiniz. Bu caddede her şey, hepsi İngilizce, tek kelime Türkçe yok ve İstanbul’dayım. Tabelalarda ve vitrinlerdeki her yazı İngilizce. İçlerinde öyle kelimeler var ki içer girip mağazada çalışanlarına sorasım geliyor, eminim mağaza sahibi de manasını bilmiyor… Kaldırımlarda geçenler de giyinmemiş gibi, her tarafı fışkıran kıyafetler. Sinirlenerek dönerken düşünmeye başladım. Biraz dikkat edince başka tuhaflıklar da görmeye başladım. Milleti geri zekâlı, aşağılık görenlerle kendilerini İngiliz kolonisinde vatandaş sananların ülkesinde gibi bir şehir.

           Aslında dikkat edersek hayatımızın her aşamasında bu çarpıklıklarla dolu değil mi? 55 yıl önce Verem Savaş Dispanserinde personelim olan, Dr. Yakup Ekici’nin kardeşi Ahmet bey, birlikte arabaları ile Almanya yolculuğu yaparlar. Durdukları iki ülkede Ahmet Bey fotoğraf makinesine bakar. Almanya’ya gelirler. Orada aynı makineyi görür, şaşırır: Üç ülkede de fiyatlar kuruşuna kadar aynıdır. Hâlbuki aynı yıl bizde komşu iki eczanede asprinler farklı fiyattadır. Pazarda 30 lira olan domates markethouselerde 190 999 lira ! Bir mağazada  fiyat şaşırttı:39 999 lira olan televizyon Cartfour kartı olanlara 17 888 lira ! En güvenilir diye aldığım balı tanıyamadım. Peyniri katkısız, kırmızı boya katılmamış biber gören var mı? Kahverengi toz boyanın piyasada zor bulunduğunu ve fırıncıların aldığını duyunca şaşırmıştım. Temiz toplumlarda bu tür düşünce AKILLARDAN GEÇMEZ. Ahlakla din çatışması var gibi…

         Çocukluğumuzu hatırlarım. İnsanlar birbirlerine güvenir, ürün alırken hile var mı diye düşünmez, müdür veya genel müdür, belediye başkanı, imar müdürü dediler mi çok itibarlı, öğretmen en bilgili… Ortak özellikleri hep güven verirlerdi. Saygın kişilerdi. Çalmış, çırpmıştır, asla ve asla akıllardan geçmez, itibarlı kişilerdi… Kıyafetler de tek milletin özellikleri vardı. Kıyafetler de tek tipti. Baş müftü de başpapaz da resmi kıyafetli idi.  Valiler çocuklara makamlarını verir, karşısına otururdu. Adaleti anlatmaya gerek yok. Her meslekte mesleğine yakışmayan, kıyafetleri ile şaşırtan ve güven sarsan, itibarsız bir o kadar da bilgisiz diplomalılar doldu ki, o eskiden gördüğümüz çok saygın profesörlerin yerini fışkırırcasına feto kılıklı, arapça bilmeyen ilahiyat  profesörleri aldı….Yıllar önce idi, sonsuzu yan yatmış sekiz diye tarif eden kişinin okulu bitirip matematik öğretmeni olduğunu, bölme işlem bilmeyen mühendisin memleketimde amir olduğunu, fizik bölümünü bilek gücü ile 12 yılda bitirebildiğini bildiğim kişinin üniversitemizde hoca olduğunu ,dörtten ikiyi çıkarmayı bilmeyen kişinin memleketimde hakim olduğunu; benim kulağımı dayayarak koyduğum teşhisi dört MR,iki ultrason,kan tahlilleri ile iki gün sonra teşhis edebilen üniversite proflarını görmek varmış. Fetocu olduğu için iki hastanede başhekim olanını, profesör olup dekan başhekim olduklarını gördüm. Kadın doğum uzmanının reçeteye leçete, icap nöbetine hicap dediklerini görmek kısmet oldu.20 yıl önce bir meslek lisesini bitirmiş gencecik kuzunun aniden elektronik bilgisayar mühendisi olduğunu ,marangozun tarih öğretmeni olup memleketimde gururla gezdiğini, MEB da yakalanan sahte öğretmene Niğde’de Yılın Öğretmeni ödülü verildiğini, vergi iadesi zarfında toplama işlemi yaptığında 136 olan birler basamağı için 36 yazıp  elde var 1 mi yoksa 6 yazıp elde var 13 mü diyeceğim diyen ,ameliyat bilmeyen uzman cerrahları, tifo duymamış dahiliyecilerin memleketimin en itibarlı doktoru olduğunu…Bir şehrimizde 40 000 sahte diploma kağıdı bulunmuş şaşırmıştım. Belediye başkanları, genel müdürler, partiler… Şükürler olsun, hiç olmazsa onları görünce aklımızdan kötü şeyler geçmiyor. İmamlar mı diyorsunuz. Aaaa… Aşkolsun, onlar da çok vefalılar, her uygun durumda dualarından makamlarını veren, düzenli maaş aldırtan, vatanı kurtardığı söylenen kişiye dualarını eksik etmiyorlar. Namibya’da olduğu gibi altı makam arabalı, kırk yerden maaş alanlar, evlerinde kilolarca altın, valizlerle dolarlar, Londra’da, Atina’da daireler olanlar, dokunulmazlık ve nimetler fışkıranlar bizde yok şükürler olsun… Çok yoruluverdim. Neden, neden !

          Kısa ve öz ne olabilir derken aklıma ilk gelen kültürle yoğrulmuş toplum. Güven, doğruluk, vatandaşlık bilinci, çalışkanlık ve ülkeyi yükseltmek hedefli fertler ve ülke! Beynin çalışması ve öğrenmeyi benimsemesi bol tekrarlarla olur. Okullardan hatırlarız, ne kadar tekrar edersek, en iyi öğrenir, en iyi uygular, en iyi not alırız. O halde güvenli bir ülke için, meclis dahil topluma bir ANT mı tekrarlatsak! Uyulan bir ant… Çalışkan, doğru, hedefi olan toplum yetiştirmek için bir ant… Ruh sağlığımız için, kardeş olmak için, okuduğunu anlayan diplomalar için, tek olmak için…Hatta kıyafetlerimizde bile, 

İfrat ve tefrite kaçmadan!

Ya da eski elektrik anahtarı gibi kulağını çevirince her şey normale dönüverse!

Ne dersiniz? 

Yazının Devamı

KUT-ÜL AMARE ZAFERİNİN 109.YILI

Gök kubbenin Osmanlı’nın üzerine çöktüğü günler. Tam dokuz cephede bol şehit vererek çarpışır. Topraklarını terk eder. O sırada bir zafer kazanılır. 30 000 İngiliz esir alınır. Millete bir moral gelir. Başka cephelerden de zafer beklenir ama nafile. Keşke bir film yapılsa düşüncem TRT tarafından gerçekleştirilir ve yıllar geçer…

Koronalı günlerde, Kayaardı’ndaki bağ evimizde komşumuzla Faruk Bey’le (Bilgin) bir kahve içimi sohbet ederken, konu I. Dünya Savaşı’ndan açıldı. ”Babam, çok geç evlenmiş, 35 yaşında” dedi;

devam etti ve sonunda “neler çekti bu millet, gençler bilmeli “ diyerek sözü bitirdi. “Ayla” filmi gibi,

filmlere konu olabilecek bir tesadüftü ve ben duymuştum. Bir hediye güzelliğinde sevinçle. Bu

güzelliğin unutulmasına gönlüm razı olamazdı. Oturdum, hemen yazdım ve paylaşmak istedim. Meğer

Faruk Bey’ in babası Emin Bey, I. Dünya Savaşı’na katılmış, esir düşmüş. Savaş başlayacak gibi

hissedilince, babası genç Emin Bey’i İstanbul’a, medresede okuyarak “ askerlikten kurtulabilmesi “

için İstanbul’a gönderir. Oraya gittiğinde veterinerlik okulunun yatılı öğrenci aldığını duyar, oraya

kayıt yaptırır. Okulunun ikinci senesinde, savaş başlar “tamam, siz baytar (veteriner) oldunuz !

“diyerek cepheye, Kut-ül Amare’ ye gönderirler.


 Yola çıkmadan Beyoğlu’nda bir kahvehaneye yolu düşer. Cepheye gideceğini öğrenen yaşlıca adam “ gel senin bir falına bakayım “ der. Titreyerek terler içinde kalır ve ” Evladım, sen yedi deniz ötesine gideceksin, muhtelif badirelerden sonra nihayet seni tekrar döndürdüm ”der. Heyecan içinde oradan ayrılır ve yola koyulur. Dokuz cephede savaşan ordunun hali çok kötüdür. Bu süre içinde birliğin erzakları da bitmiştir. Öyle ki, veteriner olan Emin Bey’e albay da dahil olmak üzere komutanları “hasta raporu ver, şu atı keselim “ derler. Bu arada bir gün ,bir İngiliz uçağı düşer . Çıkardıkları subayı tedavi ederler. Kut-ül Amare savaşı 30 bin İngiliz, komutanları ile birlikte esir alınarak zaferle sonuçlanınca, esir subaylara esir muamelesi yapılmaz.

 Her subaya bir İngiliz subayı emanet edilir. Emin Bey’e de bir İngiliz subayı verirler. Zaman

içinde iyi bir arkadaşlıkları oluşur. Ancak İngiliz saldırıları sonunda tehlikeli hal alır, kendisinin esir

olacağını düşünen Emin Bey, kaçmasını sağlar ve yaşayıp yaşayamayacağından şüphesi olduğunu,

cebindeki o güne göre yüklü miktar parasını “Mümkün olursa bunu Niğde’deki aileme gönder” sözleri

ile rica ederek ona teslim eder. Ve düşündüğü gerçekleşir, Türk ordusu yenilmiş, Emin Bey de esir

düşmüştür. Beyoğlu’nda Fala bakan ihtiyar adamın dediği gibi, o günlerin ifadesi ile denizaşırı olan

Hindistan’da Bombay esir kampına gönderilir. Subaylar ve erler ayrı kamplardadır. Aklında kalan küçük bir ayrıntıyı da ilave eder: İngilizler esirlere subay maaşı öderler. Kampta İngiliz’in ezeli huyu olan,ayrılıkçı siyaseti burada da başlar. Her Cuma hutbesinde, imam efendi İngilizler’in isteği

doğrultusunda söylemlerde bulunur. Sonunda subaylarda tepkiler oluşur ve bir cuma namazı sonrası

imamın üzerine çullanırlar. İmam tesadüf eseri Emin Bey’in elleri arasında ölür. 

Bunun üzerine arkadaşları ,nasıl olsa kendisinin de öldürüleceğini, öyleyse İngiliz askerlerinden birinin üzerine atılmasını ve bir kurşunla ölümünün daha kolay olacağını tavsiye etseler de bu panik esnasında Emin Bey kendisini Bombay sokaklarında bulur. Üzerindeki kıyafet nedeniyle sığınacak bir yer ararken bir mescit görür, girer. Cuma, ikindi, yatsı namazları biter, Emin Bey hala oradadır. Durumu fark eden Hintli Müslümanlar görünmemesi için tahtırevan ile bir eve götürürler. Bir yıl geçer. Evlerde arama yapan İngiliz polisi Emin Bey’i bulur. Görünüşü ile Hintlilere benzemeyen Emin Bey’i tutuklarlar. Nereden kaçtığı sorusu üzerine başka yerdeki er kampını söyler. Bundan sonra er kampı hayatı başlar. Subay olduğunu bilen Türk askerleri, adetleri gereği saygılı davranırlar. ”Yemeğin iyi tarafını buna verdiklerini ,kendisi otururken herkesin ayağa kalktığını” fark eden İngiliz askerleri ,durumu üstlerine bildirirler. Hemen komutanın odasına getirirler. Odaya girince Emin Bey “şok” olur!

Karşısındaki komutan, o arkadaşı olan İngiliz subayıdır ! Komutan belli etmez, “ alın götürün !” der.

Aradan 10 -15 gün geçer. Komutan Emin Bey’i çağırır. Bu kadar zamanda neden kendisine yakın

davranmadığını mahcup vaziyette izah eder. İngiltere’ye gidecek gemi beklediğini ve o gemide

kömürcülük görevi ayarladığını söyler. Bu arada Niğde’ye göndermek üzere kendisine verdiği Osmanlı

parasını muhafaza ettiğini, imkan olup gönderemediğini anlatarak kendisine teslim eder. Ancak gemi

İskenderiye’ye gelince inmesini, elindeki Osmanlı parasının kendisini ele verebileceğini söyleyerek

yüklü miktar da İngiliz parası verir. Bu arada Kurtuluş Savaşı başlamıştır. 

Emin Bey savaşa katılmak için, kara ulaşımının zorluğu nedeniyle Niğde’ye uğramadan Ankara’ya gitmeye karar verir. O zaman için çok zor olan yorucu bir yolculukla Ankara’ya ulaşır. Subay olduğunu ispatlayamaz. İki şahit bulur ve Kurtuluş Savaşımıza veteriner asteğmen olarak katılır...

Kurtuluş Savaşımızın zaferle son bulduğu sevinçli günlerden sonra, terhis olarak evine döner.

Görenler sevinç değil şaşkınlık içindedir. Çünkü :

Öldü diye onun “ helvası “ dağıtılmıştır!

O günlerin yazılmayan, ”keşke yazsalardı “ diyerek üzüntümüzü dile getirdiğimiz fedakâr

kahramanlarımızın çok küçük bir anısını “geçmişten, sanki cımbızla bularak kurtarmanın sevinci ile

paylaştım. Bir gün film olması ümidiyle, O kahramanlarımızı sevgi ve şükranla anıyoruz.


Dr. Gürbüz Turgay

Yazının Devamı

DİN DEVLET YÖNETİMİNE ÖRNEK

“ Dinle politika yapmaya örnek olarak 93 Harbine girişi gösterilir” Bütün akıllı kimseler bu harbe karşı idi. Yenileceğimize şüphe yoktu. Yalnız şeriatçılar ve taassup adamları Rusya’ya meydan okumakta idiler. Bütün camilerde savaş namazı kılınmakta idi. Sonunda Bulgaristan bizimken Ruslar Yeşilköy’e geldiler! Berlin Kongre’sinde İngilizlerin ve dostların yardımı ile paçayı zor kurtardık. 

“ Sağlık Komisyonunda frengi aşısı meselesini konuşuyorduk. Konya Milletvekili Hoca Ömer Vehbi Efendi, ‘ Bulaşma ancak Allah’ın izniyle olabilir. Doktorların söyledikleri gibi temaslarıyla Allah’ın izni olmadıkça bulaşmaz’ dedi. Bunun üzerine, “Ben seni bir frengili ile temasa geçireyim de bakalım sen Allah’ın izni ile yakalanır mısın, yakalanmaz mısın?” 

Kuluçka makinesi haram 

Aşı haramdır. ( Frenk icadı ve o hayvandan yapılmış…) 

Kuran Türkçe olmaz 

Vali Mithat Paşa Selanik’te ıslahhane açar. Müslüman ile Hristiyan çocukları aynı sırada oturamaz diye ayaklanılır. Okul kapatılır, Mithat Paşa görevden alınır. 

Arkadaşlar, yüzyıllardır sürüp gelen zihniyetleri, adetleri ve gelenekleri kökünden çıkarıp atabilmek itiraf etmelidir ki, kolay bir şey değildir. Güç bir meseledir. Örnek: Ben kendimden bahsettim. Benim rahmetli anam beni terbiye ederken bana derdi ki, “ Padişahta ve halifede yedi evliya kuvveti var” Herhalde büyük bir şey, manevi, gökten inmiş bir şey gibi hatırıma gelirdi. Ve bunun yedi tanesinin kuvvetine malik olan insan ne olacaktı? Dehşet veren bir şey! 

Başka dinden olanlar, gönüllü yazılarak Osmanlı vatanı için devlete başvuruyorlar. “Kâfirlerin harp etmesi caiz değildir. Onlar, Müslümanlarla bir arada harp ederlerse Allah’ın gazabına uğrarız. Hristiyanlar Halife ordusuna hizmet edemezler. Onlara düşen şey haraç ve cizye vermektir. Hâlbuki anayasaya göre onlar da Osmanlıdır…” 

Horoz melek gördüğünde öter ve hemen Allah’tan dilek dileyiniz 

Eşek şeytan görmedikçe anırmaz ve anırırsa hemen Allah’ı anınız 

Yemeğe sinek düşerse, sineği yemeğe batırarak çıkarın; çünkü sineğin bir kanadında hastalık, diğer kanadında şifa vardır! 

Yetmiş dertten kurtulmanın yolu yemeğe tuz koymaktır!

Yemek sağ elle yenmelidir; çünkü şeytan sol elle yer! 

Meyveler mutlaka 1-3-5-7 gibi tek rakamla yenmelidir!

Esnemek şeytan işi, hapşırmak Allah işidir!

Kanuni Sultan Süleyman’ın rüşvetçiliğiyle meşhur sadrazamı Rüstem Paşa,

Mısır Valisi olabilmek için tüm devlet katını rüşvete boğan Mahmut Paşa, 

İran Serdarı Mustafa Paşa ordugâhında bütün alt görevleri satıyordu. 

Yahudi Banker Hirsch’ten rüşvet alan Nafia Nazırı Garabet Artin Davut Paşa,

Sadrazamlığı 50 bin altına satın alan Topal Recep Paşa, 

Huzuruna gelen davacıdan birkaç bin akçe alıp lehine karar veren; ancak davalı kendine daha fazla rüşvet verirse bu kez onun lehine hüküm veren Lazkiye Kadısı Mehmet,

Taraftarlardan rüşvet almadan dava görmeyen Yenişehir Naibi Bekir, 

Kimi makamları rüşvet karşılığı satan Şeyhülislam Mehmet Ataullah Efendi, 

Her yıl gemi inşa ettirmek için devlet kasasından ödenek alıp, görevde kaldığı 25 yıl boyunca bir tek gemi yaptırmayan ve 3 milyon sterlin değerindeki bir servete sahip olan Bahriye Nazırı Hasan Paşa 

Zimmetine geçirdiği 7 milyon 500 bin dolar ile ABD’de yatırım yapan Sultan 2. Abdülhamit’in akıl hocası Arap İzzet Paşa. 

“ Selim Sabit Efendi, Maarif-İ Umumiye tarafından 1857 yılında Paris’e gönderildiğinde 27 yaşında bir öğretmendir. Türk ailelerinin çocukları için açılan Mekteb-i Osmani’de ders veren Selim Sabit Efendi, Fransızca, matematik ve fen bilimleri alanında da eğitim alır. Paris’ten dönen Selim Sabit Efendi, Süleymaniye’de bir ilkokulda öğretmen olarak görevlendirilir. Sınıfta, kara tahta, sıra ve harita kullanır. Kara cüppeli softalar bu yeniliklere kızar. Yenilikçi Padişah tarafından ‘Yenilikleri hayranlıkla izliyorum, ancak taassubu da dikkate alarak yavaş yavaş yapsın’ sözü ile uyarılır. 2. Abdülhamid döneminin gazabına uğramış aydınlardan biridir. Yazmış olduğu Osmanlı Tarihi adlı kitabında padişahın tahttan indirilişinin karşılığı olan ‘ hal ‘ kelimesini kullandığı için öğretmenliğine son verilir… işsiz kaldığı için yokluk içinde çok sevdiği Sarıyer’deki evinde gözlerini dünyaya kapayan Selim Sabit Efendi” 

Aydınlanma tarihimizin ilk pedagoglarından Selim Sabit Efendi, erkek çocukların mutlaka kadın öğretmenler tarafından eğitilmesini savunur. Kadının eğitiminin erkeğe nazaran daha sabır ve şefkat dolu olduğunu ileri süren bu aydın insan, kadının çalışma hayatına katılmasının da öncülerindendir. 


Dr. Gürbüz TURGAY’ın “ Neden Atatürk Hepimizin 1 “ isimli kitabından alınmıştır. 



Yazının Devamı
Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır Dada Medya
Web Tasarım - Sosyal Medya Yönetimi - Reklam Ajansı - Video Çekim - Grafik Tasarım - Niğde Ajans