yandex
HAYDAR ÖZALP | Sedat Çağlar | Köşe Yazıları | Niğde Anadolu Haber
  • DOLAR
    36,6797
    %0,22
  • EURO
    39,7792
    %-0,06
  • G. Altın
    3.523,43
    %0,16
  • Ç. Altın
    5.600,10
    %0,00
  • BIST
    10.625
    0
  • BITCOIN
    82,085.043
    0.56
  • ETHEREUM
    1,892.791
    0.54
  • DOLAR
    36,6797
    %0,22
  • EURO
    39,7792
    %-0,06
  • G. Altın
    3.523,43
    %0,16
  • Ç. Altın
    5.600,10
    %0,00
  • BIST
    10.625
    0
  • BITCOIN
    82,085.043
    0.56
  • ETHEREUM
    1,892.791
    0.54
Sedat Çağlar

HAYDAR ÖZALP

: 05-03-2025

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Haydar Özalp)

(1924 – 1996)

Türk siyasi tarihine iz bırakmış bir şahsiyettir. Yalnız Niğde için değil Türkiye için önemli bir isim olmayı başarmıştır. Vefatının üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen saygın ve itibarlı bir kişilik olarak anılmaya devam etmektedir. Niğde halkına bir soru yöneltseniz, deseniz ki siyasette saygınlığını ve itibarını korumuş ve aynı zamanda hizmet ve eserleriyle anılan bir isim söyleyin. İlk akla gelen isimlerden biri Haydar Özalp olacaktır.

Haydar Özalp Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan tam bir yıl sonra 1924 tarihinde Niğde ilinin Bor ilçesinde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Nurettin, annesinin adı ise Mahiyedir. Haydar Özalp evli olup 4 çocuğu bulunmaktadır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin olanakları dâhilinde ilköğrenimini doğduğu ilçe olan Bor’da tamamlamıştır. O dönemlerde Bor ilçesinde ortaokul ve lise bulunmamaktaydı. Bu yüzden lise tahsilini Konya’da tamamlamıştır. Lise tahsilinin bitmesiyle birlikte üniversite sınavlarına girdi. Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden olan Ankara Üniversitesi Ziraat Mühendisli bölümünü kazandı. 1946 senesinde başarı ile üniversite öğrenimini tamamladı. Üniversite tahsilinden sonra Zirai Mücadele Teknisyeni olarak devlet görevinde bulundu. Bu görevde Baş Teknisyenliğe kadar yükseldi. Babasının vefatı ile birlikte aile reisliği görevini üstlenerek kardeşlerine kol kanat gerdi. Bu dönemde Bor Gençlik Derneğinin kurucuları arasında yer aldı. Ayrıca Yeşil Bor Gazetesinin yayın hayatına başlamasında katkıda bulundu.

34 yaşına geldiğinde siyasete girmeye karar verdi. Bağımsız olarak Bor Belediye Başkanlığına aday oldu. 1958 yılında yapılan seçimlerde Bor Belediye Başkanı olarak seçildi ve böylelikle siyasi hayatı başlamış oldu. Bir dönem sonra Adnan Menderes’in genel başkanlığını yaptığı iktidar partisi olan Demokrat Parti’ye katıldı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 37 yıl geçtikten sonra 1960 senesinde ilk defa askeri darbe ile tanıştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in yanı sıra bakanlar ve milletvekilleri tutuklandı. 1960 askeri darbesinde Demokrat Partiden Bor Belediye Başkanı olduğu için kısa bir süre Haydar Özalp’te tutuklu kaldı. 1961 yılına kadar siyasete ara verdikten sonra 1961 yılında yapılan genel seçimlerde delege seçimlerinde 1. sırada yer almasına rağmen Adalet Partisi tarafından 3. sıraya kondu. Milletvekili seçimi tercihli sistem olduğu için Haydar Özalp seçmenlerin büyük bir bölümünün oyunu alarak 1. sırada Niğde Milletvekili olarak seçildi ve Niğde’yi temsilen TBMM’de görev yapmaya başladı. Sırasıyla 12., 13., 14. ve 15. dönem milletvekili olarak Adalet Partisinden seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde Niğde’yi temsil etti.  Nihat Erim’in Başbakanlığını yaptığı 33. Hükümette ve 34. Hükümette Gümrük ve Tekel Bakanı olarak kabinede yer aldı. Ferit Melen’in kurduğu ve Başbakanlığını yaptığı 35. Hükümette de Gümrük ve Tekel Bakanı olarak görev yaptı.

Haydar Özalp siyasi hayatında 1960 askeri darbesine ve 1971 askeri darbe muhtırasına şahit olduktan sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesini de bizzat yaşadı. 1980 askeri darbesinden sonra tekrar demokrasiye dönüşü sağlayan 17. Dönemde Anavatan Partisinden Niğde Milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Akabinde 18. Dönemde de Anavatan Partisinden Niğde Milletvekili olarak seçilerek TBMM’de Niğde’yi temsil etti. Bu dönemde Anavatan Partisinin en önemli kurmaylarından biri oldu. Anavatan Partisinde Grup Başkanvekilliği görevini yürüttü. Bu dönemde Cumhuriyet sonrası Türkiye ve Niğde siyasetine damga vurmuş Akın Gönen ve Doğan Baran gibi önemli şahsiyetlerle Niğde’nin kalkınması ve sorunlarına çözüm önerileri bulma noktasında birlikte çalıştılar.

 (Haydar Özalp dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile birlikte)


Haydar Özalp Türk siyasi tarihine damga vuran Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisinde Milletvekilliği yaptı. Özellikle Bor ilçesinde ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere birçok yeni okulun açılmasında başrol oynadı. Niğde’nin ilçelerine devlet hastanesi açılmasının yanı sıra köy ve kasabalara sağlık ocağı açılmasını sağladı. Kemerhisar ve Bahçeli kasabalarında üretilen üzümlerin işletilmesi amacıyla Bor Şarap ve Meyve Suyu Fabrikasının açılmasında önemli rol oynadı. Yine Niğde’de meyve suyu fabrikasının açılmasında büyük etkisi oldu. Bor Şeker Fabrikasının açılması için büyük uğraşlar verdi. Niğde’nin köy ve kasabalarına içme suyu şebekesinin, elektriğin ve telefonun gitmesinde büyük rol oynadı. Niğde Organize Sanayi Bölgesinin kurulmasında ve bugünkü yerinde olmasında etkili oldu. Daha sayamayacağımız birçok eseri ve hizmeti Niğde’ye kazandırdı.

            Haydar Özalp 1 Mart 1996 tarihinde Ankara’da vefat etti. Kabri Bor ilçe merkezinde bulunan kabristanda yer almaktadır. Bor şehir merkezinde ismini taşıyan bir cadde bulunmaktadır. Haydar Özalp 72 yıllık ömrünün yaklaşık 35 yılını siyasete ve Niğde’nin gelişimine adadı. Ömrünün yarısı siyasette mücadele ile geçti. Bu kadar uzun süre siyasette kalıp, onurunu, saygınlığını ve itibarını koruyarak sadece Niğde’de değil ülkemiz genelinde kendisinde sonra gelen siyasetçilere rol model oldu. Siyasette bulunduğu dönemde vermiş olduğu eserlerden Niğde halkı hâlâ faydalanmaktadır. 

(Devlet Arşivleri)

HAFTAYA; HÜSEYİN AVNİ GÖKTÜRK



HÜSEYİN AVNİ GÖKTÜRK

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Hüseyin Avni Göktürk)

(1901 – 1983)

Hüseyin Avni Göktürk Niğde’nin yetiştirmiş olduğu tarihi bir değer olarak önümüze çıkmaktadır. Yeni kurulmuş genç Türkiye Cumhuriyetinin bir bürokratı, hukukçusu, yazarı, devlet ve siyaset adamı olarak tarihin yazdığı şahsiyetler arasına girebilme başarısını göstermiştir.

 Hüseyin Avni Göktürk elde etmiş olduğumuz bilgilere göre 1901 yılında Niğde’de dünyaya gelmiştir. Araştırmalarımız neticesinde babası, annesi ve kardeşleri hakkında herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Hüseyin Avni Göktürk’ün evli ve üç çocuk babası olduğunu bilmekteyiz. Dünyaya gelmiş olduğu dönem Osmanlı Devletinin yıkılış dönemine denk gelmesi onun zorlu ve çetin bir eğitim öğrenim mücadelesi içerisinde tahsilini sürdürdüğünü tahmin etmekteyiz. Çocukluk ve Gençlik yıllarında I. Dünya Savaşı’na, Kurutuluş Savaşı’na Osmanlı Devletinin çöküşüne ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasına şahitlik etmiştir. Bütün bu şahit olduğu olaylar kuşkusuz kişiliğinin ve karakterinin oluşmasında etkili olmuştur. Hüseyin Avni Göktürk’ün ilk ve orta öğrenimini doğduğu şehir olan Niğde’de tamamladığını düşünmekteyiz. Lise öğrenimini Konya Sultanisi (Lisesi)'nde, Konya Erkek Öğretmen Okulunda tamamlamıştır. Lise tahsilinden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı. 1927 senesinde Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Mezun olduktan sonra 1928 yılında Türk Tarih Encümeni Kâtipliği ve Danıştay üye yardımcılığı gibi devlet görevlerinde çalıştı.1933 senesinde Cenevre Hukuk Fakültesinde yüksek lisansını tamamladı. Ardından 1934 yılında Berlin Hukuk Fakültesinde doktorasını yaptı. O dönemin şartlarında Avrupa’da yüksek lisansa ve doktora yapması yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne de büyük hizmetler vermesinin önünü açmıştır. Genç Türkiye’nin dünya ile uyum sağlamasında fayda sağlamıştır. Avrupa’da akademik hayatına devam edebilme gibi bir imkânı olmasına rağmen o ülkesine dönmeyi ve ülkesine hizmet etmeyi seçmiştir. Doktora öğrenimini tamamladıktan sonra Adalet Bakanlığında hâkimlik mesleğini icra etmiştir. Adalet Bakanlığında ayrıca Ceza İşleri Şubesi Müdür Yardımcılığı ve Ankara'da sulh hâkimliği görevlerinde de bulundu. Takvimler 1935 senesini gösterdiğinde doçentlik sınavını kazanarak üniversitede akademisyen olarak çalışmaya başladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Medeni Hukuk dalında doçent olarak çalışmaya başladı. Ankara Üniversitesine bağlı Siyasal Bilgiler Fakültesinde (Mülkiye) de hukuk dersleri verdi. 1941 yılında profesörlük unvanını almaya hak kazandı. 1946 senesine gelindiğinde Çalışma Bakanlığı Müsteşarı olarak atandı. Bu göreve atanması ile birlikte üniversitedeki görevine son verdi. Yaklaşık iki yıl Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığı görevini yürüttü. 1950’li yıllarda Türkiye tek partili hayattan çok partili hayata geçmişti. Ayrıca iktidarda Cumhuriyet Halk Partisinden Demokrat Partiye geçmişti. 1954 yılında Türkiye’de yapılan genel seçimlerde memleketi olan Niğde’den Demokrat Parti Niğde Milletvekili adayı oldu. Milletvekilliği seçimlerini kazandı ve Demokrat Parti Niğde Milletvekili olarak TBMM’de görev aldı. Milletvekili olarak seçilmesinden bir yıl geçtikten sonra kurulan 3. Menderes Hükümetinde Adalet Bakanı oldu. Adalet Bakanlığı görevini yürütürken kısa bir süre İçişleri Bakanlığına da vekâlet etti. 1957 senesinde yapılan seçimlerde milletvekili olmadı. Meclise girmemesi ona devlet görevinde farklı bir kapı açtı ve 1957 yılında MAH Reisliği yani yeni adı ile Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı yaptı. 1958 yılına gelindiğinde Türkiye Sınai Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığına görevine getirildi. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi sonrasında yaklaşık yedi ay Yassıada’da tutuklu kaldı. Yapılan yargılama sonucunda berat ederek özgürlüğüne kavuştu. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinden sonra yeni anayasa hazırlanmış ve referandum ile kabul edilmiştir. Yeni Anayasaya göre Türkiye’de Senato da kurulmuştur. 1966 yılında yapılan genel seçimlerde Demokrat Partinin devamı olarak kurulan Adalet Partisinden Niğde Senatörü olarak seçilmiştir.  1966 senesinde başlayan Senatörlük görevi 1975 yılına kadar devam etmiştir. 

Hüseyin Avni Göktürk 16 Temmuz 1983 senesinde 82 yaşındayken İzmir’de vefat etmiştir. 

Hüseyin Avni Göktürk’ün yazmış olduğu ve yayımlanan eserleri ise şunlardır:

Annuaire interparlementaire: La Turquie (Paris, 1931), l'Extinction du pouvoir de representation et les effets qui en de-coulentJ Etüde de Droit Suisse (Doktora Tezi, Cenevre, 1934), İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi (H. Oser'den çeviri, 1935), Türk Hukukunda Yazılı Şekil (1937), İlim Halinde Siyaset (Ankara, 1937),  Miras Hukuku (İstanbul, 1937), Şahsın Hukuku  (1942),  Aile Hukuku  (1943), Eski ve Yeni Mülkiyet Hukukumuzda Toprak Kanunu Kasarısı Ana Prensiple­ri Arasındaki Münasebetler (Ankara, 1945), Borçlar Hukuku (1. kısım, 1947; 2. kısım, 1951).

(Devlet Arşivleri Bugünkü karşılığı MİT Başkanlığına atanması)


(Devlet Arşivleri Bugünkü karşılığı MİT Başkanlığına atanması) 

HAFTAYA, MEHMET EMİN ERİŞİRGİL



Yazının Devamı

HALİL NURİ YURDAKUL


43304e02d02d4-b439-4b08-801d-13af9e1a9be8.jpg

(Halil Nuri Yurdakul)

(1898 – 1970)

Millî Mücadele döneminde Niğde’den çıkan devlet adamları ve savaş kahramanları Niğdeli tüm hemşerilerine ilelebet yaşayacak bir şerefi miras bırakmışlardır. Bu devlet adamı ve kahramanlardan biri de şüphesiz Halil Nuri Yurdakul olmuştur. Yurdakul soyadını alırken de vatanına, bayrağına ve milletine kul olduğunu ifade ettiği için Yurdakul soyadını aldığını düşünmekteyiz.

Halil Nuri Bey 1898 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde dünyaya gelmiştir. Niğde’nin Bor ilçesi bağrından birçok devlet ve edebiyat adamı yetiştirmiştir. Bu devlet adamlarından biri de Halil Nuri Bey’dir. Babasının adı Halil’dir. Babası Halil Nuri Bey’e kendi adını vermiştir. Annesinin adı Ayşe’dir. Halil Nuri Beyin babasının ve dedesinin sülalesi Mazlumoğulları olarak bilinirdi. Halil Bey Kolağası olarak görev yapmaktaydı. Halil Nuri Bey evli olup 3’ü erkek, 2’si kız olmak üzere 5 çocuk babasıdır. Halil Nuri Bey 28 Şubat 1970 tarihinde 72 yaşındayken vefat etmiştir. Kabri Bor Merkezde bulunan Bor şehir mezarlığındadır.

Halil Nuri Yurdakul 20 yaşına geldiğinde Harbiye’den mezun olarak askerlik mesleğine başlamıştır. Askerlik hayatının daha ilk yıllarında Millî Mücadeleye katılarak başarılı çalışmalara imza atmıştır. 

4613096b6087f-ed80-42f8-8981-a6da26b82d40.jpg

(Bor Halil Nuri Bey Kütüphanesi. Halil Nuri Yurdakul’un üniforması)

… 1927 – 1933 yılları arasında Atatürk’ün koruma alayı kumandanı İsmail Hakkı Tekçe Paşanın ve Muhafız Alayının Genel sekreterliği görevini yürütmüştür. Bu görevi esnasında Atatürk ile birlikte birçok seyahate çıkmış ve onun korumasında görev alan koruma kıtalarına bizzat kumandanlık yapmıştır. Bundan sonra Niğde’de bulunan 41. Alay’a Yüzbaşı rütbesiyle tayin olmuştur. Bu dönemde özlemini duyduğu birçok hizmeti Niğde’ye getirmeyi başarmıştır(Mehmet Öncel Koç Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü).

… Kurtuluş harbi sonrası bu üç askere gösterdikleri kahramanlıktan dolayı TBMM’nin takdirnamesi verilmiş ve İstiklal Madalyaları ile de taltif edilmiştir. Bu üç kahramanın köylü kıyafetli resimleri Atatürk’ün emri ile İstanbul Askeri Müzesinde sergilenmektedir(Mehmet Öncel Koç Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü).

37138a286492e-20b1-467d-a310-fa49a7bb2780.jpg

(Halil Nuri Bey Mehmet Akif Ersoy ile birlikte)

…Vatanın tehlikede olduğu o dönemde Millî Mücadele gizli teşkilatına girdi. Yakalanma tehlikesi karşısında maiyeti ile birlikte Anadolu’ya geçti.Yunan kuvvetleri 22 Haziran 1920 tarihinde Ayvalık-Aydın hattında genel bir taarruza geçmişti. Beş tümen kadar olan bu kuvvet karşısında direnebilmek çok güçtü. Nitekim kısa zamanda Bursa’yı ele geçirdiler. Millî güçler mahalli erattan meydana gelmiştir. Onlar da düşmanın zulmünden çoluk çocuğunu daha içerilere kaçırma telaşına düştüler. Bu bölgede henüz güvenilir kuvvetler yoktu. Gayret genç subaylara düşmüştür.

O tarihte XX. Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Cebesoy “Millî Mücadele Hatıraları” isimli kitabında şöyle yazmıştır:“Bozüyük’ten Bursa’ya kadar bölgeyi gözetleyecek gücümüz kalmamıştı. İlk icraat olarak Geyve’de bulunan 70. Alay’ın Karaköy’e getirilmesini ve Karaköy Boğazı’nın müdafaa vaziyetine konulmasını düşünmüştüm. 70. Alay gelinceye kadar, müdafaa mevziinin keşfi için erkân-ı harp binbaşısı Halis Bey’i oraya göndermiştim. Bu işler tamamlanıncaya kadar birkaç gün geçecekti. Bu esnada düşmanla nasıl temas edilecek ve hangi kuvvetle zaman kazanılacaktı? 70. Alay kumandanı Halit Bey, emir almak için Geyve’den yanıma gelmişti. Fakat Bursa’dan ilerleyecek düşmanla meşgul olmak onun işi değildi. Mutlakao saatte bir kuvvet bulmak lâzımdı. Bu sırada karargâhıma mülazım-ı sani (teğmen) Halil Nuri Efendi adında genç bir zabit müracaat ederek Bozüyük’ten toplayacağı 20-30 tüfekli ile Pazarcık’a gidebileceğini, oradaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Yetimoğlu’nun yardımını evvelce sağladığını söyledi. Halil Nuri Efendi, bir taraftan düşmanla temas edinceye kadar İnegöl istikametinde gideceğini diğer taraftan düşmanı Nazif Paşa mevkiinde oyalamak için de kâfi miktarda kuvvet toplayabileceğini ileri sürmüştür. Bu genç ve cesur zabiti Bozüyüklüler de sevmiştir. Muvafakat ettim. Derhal faaliyete geçti. Ufak bir müfreze yaptı. Eğer kâfi miktar silah bulmuş olsaydı müfrezenin mevcudu belki yüzü bulurdu. Halil Nuri Efendi aldığı emri tamimiyle ifa etti. Bir taraftan Nazif Paşa’daki müfrezesini Bozüyük ve Pazarcık’tan gelen müfrezelerle kuvvetlendirirken, diğer taraftan kendisi de İnegöl’e kadar ilerlemişti. Yunanlılar ’in İnegöl’ü işgal edecekleri güne kadar orada kalmıştı. Bundan sonra da Nazif Paşa’daki müfrezesinin başına geçti.” (http://www.kimkimdir.net.tr. ).

Halil Nuri’nin düşmanı durdurduğunu öğrenen ve umumi vaziyeti bildiren raporunu dikkatle dinleyen Mustafa Kemal Paşa, yaveri Muzaffer Kılıç Bey’e dönerek, “Çocuk bir sigara ver. Bu çocuk vaziyeti kurtardı.” demiş ve hemen Ankara’ya dönmüştür. Bu fedakârane hizmet meclis kürsüsünden de dile getirilmiştir.Harp tarihinde önemli yeri olan Halil Nuri, Sakarya’da yaralanmış ve savaştan sonra Harbiye’ye öğretmen olarak tayin edilmiştir. Bundan sonra muhtelif askeri görevleri sırasında çeşitli kültür hizmetleri ifa etmiştir.Tasavvurlarını gerçekleştirmek için 1932 senesi sonlarına doğru Niğde’de bulanan 41. Alay’a yüzbaşı rütbesi ile tayinini yaptırır. Talebelik yıllarından beri Bor’da bir kütüphane kurmayı düşünmekte idi. Uzun müddettir topladığı kitaplarını kamyonlarla Bor’a getirtir. Belediye Meclis Salonu’na 5000 ciltlik ilk kütüphaneyi açar. Bununla kalmaz Altunhisar, Çukurkuyu, Kemerhisar ve Ulukışla’da da okuma odaları tesis eder.Boş zamanlarında kar-kış demeden Bor’a koşar. Bir kaynaşma, bir uyanış sağlamak üzere konferanslar verdirir, spor kulübü, atış poligonu, arkeoloji müzesi, çocuk bahçesi ve köycülük bürosu kurar. Okullara trampetler temin eder. Haftada bir gün Millî oyunlar tertip eder. Bor gençlik marşı için yarışma açar. Birinci gelen Talat Gün’ ün şiiri bestelenir.Halil Nuri Yurdakul yalnız memleketine hizmet vermemiş, Erciş, Zincidere, Pozantı, Dörtyol’da da kitaplık, müze, yol açma, cami inşası gibi birçok işlere ön ayak olmuştur.1950 seçimlerinde Niğde Milletvekili olarak meclise girer. 1954 yılında Emekli Sandığı İdare Heyeti’ne getirilir(http://www.kimkimdir.net.tr. ).

2873b8033932-e97e-423f-996b-4ceda91d7fc4.jpg

(Atatürk’ün Kız Kardeşi Makbule Atadan ile Halil Nuri Yurdakul’un ailesiyle evlerinde.)

Atatürk ailesine çok yakın olan Halil Nuri Yurdakul Niğde Bor ilçesindeki evlerinde Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanımı birçok kez ağırlamıştır. Savaş sonrasında toplumda kültürel seviyenin yükseltilmesi ve beğeni kültürünün yaygınlaştırılması yönünde de ciddi çalışmalar yapmıştır. Kütüphaneler kurmuş, müze, yol yapımı, cami inşası gibi birçok işlerin yapımına öncülük etmiştir… Bugün Niğde’nin Bor ilçesinde kendi adıyla kurulmuş bir kütüphane mevcuttur. Ayrıca Niğde Ömer Halisdemir Üniversite Bor Kampüsüne onun adı verilmiştir. 1950 seçimlerinde Niğde Milletvekili olarak Meclise girmiştir. … “Askeri Vecizeler”, “Neferin Defteri”, “Selam”, “Bomba Eğitimi”, “Muharebe Araçlarından Güvercin” isimli eserleri vardır (Mehmet Öncel Koç Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü.).

10868b924cfc3-11e0-40ab-b0f3-e6b9d2ec0535.jpg

(Halil Nuri Bey Atatürk ve İsmet İnönü ile birlikte bir gezide.)

489851130543-2fbd-4460-8e63-f318bb78f4cd.jpg


Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Halil Nuri Yurdakul Kitabı, Editör Mehmet Öncel Koç. Niğde 2011)

547365a66dd5-48dd-429a-811a-46f1cd645ce4.jpg


(Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Halil Nuri Yurdakul Kitabı, Editör Mehmet Öncel Koç. Niğde 2011)

4925855239ce8-ee5f-4581-8576-dbb18601ceb3.jpg


(Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Halil Nuri Yurdakul Kitabı, Editör Mehmet Öncel Koç. Niğde 2011)


17363a99ba06e-2642-4a88-a52f-523fc7ee3133.jpg


(Devlet Arşivleri)


7710b07dadeb-273c-4a7f-a373-6d97f2cbfaae.jpg


(Devlet Arşivleri)


99227ce4eb95-06c8-4f13-8463-85e9c789868b.jpg



                                                         (Devlet Arşivleri)

HAFTAYA HAYDAR ÖZALP 



Yazının Devamı

ETHEM ONBAŞI (1892- 1912)

Niğdeli Ethem Onbaşı Balkan Savaşlarında şehit verdiğimiz binlerce Mehmetçikten bir tanesidir. Onu şehit olan diğer Mehmetçiklerden ayıran ise bir kahramanlık hikâyesidir. Kahramanlıklar hep rütbeli komutanlar arasından çıkmaz. Bazen tarihin yazdığı kahraman Ethem Onbaşı gibi bir er, bir onbaşı veyahut bir çavuş da olabilir. Çünkü kahramanlık rütbe işi değil yürek, iman ve vatanperverlik işidir.

Ethem Onbaşı 1309 yani 1892 yılında Niğde’de doğmuştur. Babasının adı Hasan, annesinin adı Şöhret’tir. Babası Kunduracı Hasan olarak bilinir ve mesleğinin kunduracı olduğu görülmektedir. Edinilen kaynaklara göre Niğde şehir merkezinde yaşamışlardır. Soyadı Kanunu çıktığında “Yıldız” soyadını almışlardır. Kardeşi var mı, varsa kaç kardeşi olduğu bilinmemektedir. Kıymetli annesini Ethem Onbaşı’yı şehit verdikten sonra kısa bir süre içinde eşi Kunduracı Hasan’ı da kaybetmiştir. Bu elim olaylar karşısında Şöhret Hanım ağıtlar yakmaya başlamıştır. Yaktığı ağıtların bazıları Türk Edebiyatına girmiş bulunmaktadır. Ethem Onbaşı’nın kahramanlık hikâyesi Niğde kamuoyunda da geniş bir yankı bulmuştur. Bugün Niğde Şehir Merkezinde Selçuk Mahallesinde bir caddeye Ethem Onbaşı’nın ismi verilmiştir. Ayrıca Kırklareli’nde Ethem Onbaşı’nın gösterdiği kahramanlığa atfen bir anıt yapılmıştır.

Niğdeli Ethem 1912 yılında Balkan Savaşı'na katılmak üzere 19 yaşında Niğde ilinden gelerek Kırklareli ilindeki birliğine katılmıştır. 1912 yılında Bomkaya - Yurttepe arasında saldırıya geçen 250 kişilik bir Bulgar taburuna karşı yanındaki üç arkadaşı ile birlikte Taş Tabya'daki makineli tüfek mevziisinden dört saat süreyle savaşmış, arkadaşları şehit olduktan sonra bir buçuk saat daha savaşmaya devam ederek şehit düşmüştür. (https://kirklarelienvanteri.gov.tr/nigdeli-sehit-ethem-onbasi-aniti-317)

Ethem Onbaşı I. Balkan Savaşı’nın cereyan ettiği 1912 yılında göstermiş olduğu kahramanlıkla savaşa damgasını vurmuştur. Sadece Mehmetçiğin ve yüce Türk Milletinin değil düşman askerlerinin de saygısını kazanmıştır. Şehit düştüğü Kırklareli ilinde bir kahraman olarak saygıyla yâd edilmektedir.

Kırklareli Taştabya’ya 250 kişilik Bulgar birlikleri şiddetli saldırılarına devam etmektedir. Saldırı sonucunda Osmanlı askerleri bozguna uğrayarak geri çekilmeye başlar. Çekilen Osmanlı askerlerinden geride Niğdeli Ethem Onbaşı ile birlikte dört asker siperlerinde kalmıştır. Bu dört askerin en kıdemlisi 20 yaşındaki Ethem Onbaşı’dır ve liderlik yapma görevini de kıdemi gereği ona düşmektedir. Bu kahraman dört asker teslim olmaktansa savaşarak şehadet şerbeti içmeyi tercih ederler ve savunmaya devam ederler. 250 Bulgar askerine karşı şehit olmaya ant içmiş kahraman dört Türk askeri saatlerce çarpışır. Zaman geçtikçe kahraman Mehmetçikler teker teker şehadet şerbetini içmektedir. Geride sadece Ethem Onbaşı kalmıştır. Ethem Onbaşı tek kişi de kalsa bulunduğu bölgeyi düşmana teslim etmemek için çarpışmaya devam etmektedir. Yalnız başına saatlerce savaşan Ethem Onbaşı sonunda düşman askerlerinin mermilerinin hedefiyle ağır yaralanır. Türk siperlerindeki silah sesleri kesilince ortalığa derin bir sessizlik çökmektedir. Bulgar askerleri tabyaya girdiklerinde ağır yaralı bir halde ve kıyafetleri akan kandan kıp kırmızı olmuş Ethem Onbaşı’yı bulurlar. Ethem Onbaşı, uzun boyuyla yere serilmiş ve elinde silahını bırakmamış bir şekilde yerde yatmaktadır. Bulgar birliklerinin komutanı Ethem Onbaşı’yı yaralı bir şekilde görünce Ethem Onbaşı’ya su vermeleri emrini verir. Bulgar askerinin uzattığı suyu eliyle iten Ethem Onbaşı düşmanın elinden su içmem der. Kendisinden geçerken su diye sayıklar. Bulgar askeri tekrar su uzatınca yine su içmeyi reddeder. Düşman askerleri Ethem Onbaşı’nın yaralarına pansuman yapmak ister ama Ethem Onbaşı düşman elinden gelecek her şeyi reddeder ve oracıkta şehadet şerbetini içer. Bütün bu cereyan eden olaylar karşısında Bulgar komutan Ethem Onbaşı’dan etkilenmiştir ve Ethem Onbaşı’nın künyesine bakmak ister. Künyesinde 1309 (1892) doğumlu Niğdeli Hasan oğlu Ethem yazmaktadır. Bulgar komutan Ethem Onbaşı’nın 20 yaşında olduğunu ve şehit düştüğünü anlamıştır.

Nazif Karaçam Ethem Onbaşı’yı anlattığı Gazete Trakya’da yayınlanan yazısında şunları aktarır: “…Aradan yıllar geçer ve 1944 yılında Kırklareli kökenli Hüseyin adında bir öğretmen folklor araştırması yaparken yolu Niğde’ye düşmüştür. Niğde’de kunduracılık yapan Hasan adında bir tanıdığı vardır. Ancak Kunduracı Hasan çoktan ölmüştür. Onun dul eşi Şöhret Hanımla görüşür ve kendinden 1912 yılında Kırklareli’nde Balkan Savaşında şehit düşen Niğdeli Ethem Onbaşı’ya ait şu ağıt türküyü dinler.”

“Bir mektup salsaydım Kırkkilise önüne

Varsa değse Ethem’in eline.

Ayrılığın acısını bilseydim,

Sarılırdım zülüflerinin teline.

Azrail geldi kapımıza dikildi.

Nice yiğit şehit oldu döküldü

Garip anaların boynu büküldü

Ethem’imin şanı geldi toprağa, iline.”

Aradan yine yıllar geçtikten sonra biz Balkan Savaşı araştırmalarını yaparken yolumuz Kırklareli’nde görev yapan Konyalı bir subayla Taştabya’ya düştü. “Burada niye Niğdeli Ethem Onbaşı’nın kahramanlığını hatırlatacak bir şey yok.” diye düşünerek, hikâyeyi Tümen Komutanı Tümgeneral Hasan Varımlı’ya anlattık. Bir süre sonra Taştabya’ya Niğde Ethem Onbaşı’nın kahramanlığını sembolize eden mütevazı bir anıt yapıldı. Taştabya askerler tarafından terkedildikten sonra bu anıtçık şimdi yerinde durmuştur mu durmamıştır mı bilmiyorum. (Nazif Karaçam Gazete Trakya 02.12.2014.) 

(Fotoğraf: Ethem Onbaşı’nın Anıtı)

Ethem Onbaşı’nın muhterem annesi Şöhret Hanım hakkında ulaştığımız bilgiler ise şu şekildedir: Şöhret Yıldız, Niğde'de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi bilinmeyen âşık, halk arasında "Deli Şöhret" veya "Şöhret Abla" olarak tanınır. Âşık, millî kahramanlarımızdan Ethem Onbaşı’nın annesidir. Kunduracı Hasan (Yıldız) Usta ile evlenen Şöhret Hanım, hem kocasını hem de oğlu Ethem’i kaybedince derin bir sessizliğe bürünür. İsmail Özmel, Şöhret Abla'nın o günlerdeki hâliyle ilgili şunları kaydeder: "Çocukluğumuzda, Kiğılı Camii avlusunda, dış cemaat yerinde yanında bastonu dayalı, siyah uzun mantolu, başı yazmalı, heybetli bir kadının oturduğunu ve namaz kıldığını görürdük. Saatlerce orada oturur bir sıkıntı alameti göstermezdi. Gözleri eskilere, ötelere takılmışçasına öyle sabit durur, muhakkak şehit oğlu Ethem’i görür gibi olurdu." (Özmel 2009: 245). Niğdeli Ethem 1912'de Balkan Savaşı'na katılmak üzere on dokuz yaşında Niğde'den gelerek Kırklareli'ndeki birliğine katılmıştır. 1912'de Bomkaya - Yurttepe arasında saldırıya geçen iki yüz elli kişilik bir Bulgar taburuna karşı yanındaki üç arkadaşıyla birlikte Taş Tabya'daki makineli tüfek mevziisinden dört saat süreyle savaşmış, arkadaşları şehit olduktan sonra bir buçuk saat daha savaşmaya devam ederek şehit düşmüştür (www.kirklarelienvanteri). Oğlu Ethem'in Balkan Harbinde Kırkkilise (Kırklareli) muharebesinde Bulgarlar tarafından şehit edildiğini öğrenince derin bir hüzne kapılır. Özmel, oğlunun şehit olması üzerine Şöhret Abla'nın durumuyla ilgili şu söyler: "Tanıyan yaşlılardan öğrendiğimize göre, çok çalışkan, konu komşu yardımına koşmaktan zevk alan bir kimseymiş. Oğlunun şehit olduğu haberini alınca hayata küsüp kendisini sessizliğe gömmüştür. Artık kendisini kaderin kollarına bırakmış, kalender bir hayatı sürdürmeye başlamıştır." (Özmel 2009: 245). Şöhret Yıldız'ın ne zaman, nerede vefat ettiği bilinmemektedir. (https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/deli-sohret-sohret-yildiz)

BAYRAK

Ey hilal sanma gökyüzünde bir simgesin

Sen İslam’ın yeryüzünde temsilindesin

Al bayrağın üstünde aksın, hep göklerdesin

Dalgalandığın toprağı vatana dönüştürensin.

***

Yıldız sanma ki hilalin önünde sade bir figürsün

Sen tarihten Türklüğün varlığını simgeleyensin

Albayrağ’ın yerde ve gökte ebedi nöbetindesin

Geçmişten geleceğe Türk adını yücelteceksin.

***

Hilale ve yıldıza al rengini kim verdi sanırsın

Toprağa düşen her kan, bayrağı al yapsın

Kan ile sulanan toprak vatan diye fışkırsın

Toprağa düşen şehit, orayı cennet yapmaktasın.

                                      (Çağlar:2022,113)


HAFTAYA,  HALİL NURİ YURDAKUL


Yazının Devamı

EBU BEKİR HAZIM TEPEYRAN

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Ebu Bekir Hazım Tepeyran)

(1864 - 1947)

Osmanlı Devletinin yıkılış döneminde ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde önemli devlet görevlerinde bulunmuş bir devlet adamı olarak önümüze çıkmıştır. Devlet ve siyaset adamlığının yanı sıra yazmış olduğu kitaplar ile de Türk Edebiyatına damga vurmuş bir isimdir.

Ebu Bekir Hazım Tepeyran 1864 yılında Niğde şehir merkezine bağlı Yenice Mahallesinde Tepeviran olarak adlandırılan bir yerde dünyaya gelmiştir. Soyadı da Tepeviran olarak isimlendirilen yerleşim yerinden gelmektedir. Niğdeli Murat Paşa soyundan geldiği bilinmektedir. Babası Bekir Beyzade Hasan Efendi’dir. Annesi Muhsine Hanım’dır.  Evli ve beş çocuğu bulunmaktadır. Oğlu Celal Hazım Tepeyran diplomatlık yapmıştır. Torunu ünlü yazar Oktay Akbal’dır. Dünyaya geldiğinde babası Niğde Tahrirat Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Babasının çeşitli illerde görev yapması hasebiyle ilk ve orta öğrenimini Niğde dışında yapmıştır. Liseyi Niğde Rüştiyesinde tamamlayarak mezun olmuştur. Niğde Yenice Mahallesinde bulunan bir ilkokula ismi verilerek aziz hatırasının yaşatılması amaçlanmıştır.

Ebubekir Hazım Bey, 1863 yılında Osmanlı Devleti‘nin Konya Eyaleti‘ne bağlı Niğde Sancağı‘nın Yenice Mahallesinde dünyaya geldi. Babası Niğde‘nin köklü ailelerinden Niğdeli Murat Paşa sülalesinden Bekir Beyzade Hasan Efendi‘dir. Annesi ise Muhsine Hanım‘dır. Hazım Bey‘in büyük dedelerinden Murat Paşa 1661-1662 yıllarında Niğde‘de bir külliye yaptırmıştır. Külliye; cami, türbe, han, hamam ve çeşmeden oluşmaktadır. Murat Paşa 1654 yılında vefat etmiş ve yaptırdığı külliyeye defnedilmiştir. Oğulları ve torunları Ali, Abdurrahman, Ömer ve Osman Paşaların da mezarları onun külliyesinde yer almaktadır. (Demir 2024: 1).

Hazım Bey‘in üç kız kardeşi vardı ve babası Niğde Tahrirat Müdürlüğü‘nde memurdu. O, hatıralarında mahalle mektebine başlamasını anlatırken ailenin tek erkek çocuğu olduğu için anne ve babası tarafından aşırı şımartıldığını ve bu sebeple çok yaramaz olduğunu belirtir. İki erkek kardeşinin çok küçük yaşlarda vefat etmesi, üç kız kardeş arasında tek erkek çocuk olarak kalması ailesinin kendisini şımartmasının sebebidir. Bu durumdan rahatsız olan annesi ve babası onu, disipline edebilmek için beş yaşından önce mahalle mektebine göndermişlerdir.(Demir 2024:1)

Ebu Bekir Hazım Tepeyran’ı ilk keşfeden Konya Valisi Müşir Mehmet Sait Paşa olmuştur. Hazım Tepeyran’a birlikte çalışma teklifinde bulunmuştur. Hazım Tepeyran teklifi kabul ederek Konya’da göreve başlamıştır. Görevdeyken Konya’nın yerel gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayımlanmıştır. Konya vilayetinden sonra İzmir ve Edirne vilayetlerinde de görev yapmıştır. Kastamonu’da bir dönem öğretmenlikte yapmıştır. II. Abdülhamit döneminde Jön Türklerden olduğu iddiası ile görevden uzaklaştırılmıştır. Haksız yere iftira atıldığı ortaya çıkınca kısa bir süre sonra Musul Valisi olarak atanmıştır. Böylece valilik hayatı başlamıştır. Musul Valiliğinden sonra sırasıyla; Şura-yı Devlet üyeliği, Manastır Valiliği, Bağdat Valiliği, Basra Valiliği, Sivas Valiliği, Ankara Valiliği, Hicaz Valiliği, Beyrut Valiliği, Halep Valiliği ve Bursa Valiliği görevlerinde bulunmuştur. Kısa bir süre İstanbul Belediye Başkanı olarak da atanmıştır. Bu dönemde en ünlü eserlerinden olan “Küçük Paşa” adlı romanını yazarak yayımlamıştır. Belirli bir dönem Şura-yı Devlet Mülkiye ve Maarif Dairesi Başkanlığı görevini de yürütmüştür.

Bursa Valiliği görevini yürütürken Ali Rıza Paşa Hükümetinin kurulması esnasında kendisine Dâhiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) görevi teklif edilmiştir. Görevi kabul ederek Ali Rıza Paşa Hükümetinde Dâhiliye Nazırlığı yapmıştır. Bu hükümetten sonra kurulan Hulusi Salih Paşa Hükümetinde yine Dâhiliye Nazırlığı görevini sürdürmüştür. Hulusi Salih Paşa Hükümetinde görevini yürütürken Kuva-yı Milliye Hareketini asi olarak kabul etmesi ve ilan etmesi istendiğinde bu talebi reddetti ve Dâhiliye Nazırlığı görevinden istifa etti. Kuva-yı Milliye destekçisi olduğu suçlamasıyla idam cezasına çarptırıldı. Sultan Vahdettin İdam cezasını kürek ve hapis cezasına çevirdi. Yeni kurulan Tevfik Paşa hükümeti sayesinde mahkûmiyeti sona erdi ve özgürlüğüne kavuştu.

Özgürlüğüne kavuşması ile birlikte Anadolu’ya geçmenin ve Millî Mücadele Hareketine katılmanın yollarını aramaya başladı. Gizlice İstanbul’dan ayrılarak Ankara’ya ulaştı. Millî Mücadele hareketi içerisinde çalışmaya başladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün başında bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetleri tarafından önce Sivas Valisi olarak atandı, sonrasında ise Trabzon Valisi olarak görev yaptı.

Ebu Bekir Hazım Tepeyran Türkiye Büyük Millet Meclisinin II. Döneminde Milletvekili seçilerek mecliste görev yaptı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanı için önerge veren milletvekilleri arasında yer alarak Niğde’ye tarihi bir gurur yaşattı. Tekrardan Türkiye Büyük Millet Meclisinde 6. ve 7. Dönem Niğde Milletvekili olarak görev yaptı.

Ebu Bekir Hazım Tepeyran devlet adamlığının Teşkilatı-ı Esasiye Kanunu‘nun düzenlenmesi ve Cumhuriyet meselesi o günlerde kamuoyunda tartışılmıştır. 5 Ekim‘de Mustafa Kemal Paşa başkanlığında istasyon binasında yapılan toplantıya vekiller heyeti ve mebuslardan bazıları katılmıştı. Toplantıda hazırlanan Kanun-ı Esasi Projesi okunmuştu ancak Hazım Bey izinli olması nedeniyle toplantıya katılmayanlar arasındaydı. Toplantıda proje ile herkes kendi fikrini söyledi ve nihayetinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu‘nu düzenleyecek yeni bir tasarı hazırlanmasına karar verildi. Bu sıralarda hükümet üyelerinin tek tek Meclis tarafından seçilme yöntemi bunalıma yol açmış Fethi Bey, 23 Ekim‘de istifa etmiş ve yeni hükümet de kurulamamıştı. Bunun üzerine Halk Fırkası Yönetim Kurulu Mustafa Kemal Paşa‘dan krizi çözmesini istedi, bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Meclis‘te meselenin ancak anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesiyle mümkün olduğunu söylediği bir konuşma yaptı. Tasarı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu‘nun 1.,2.,4.,10.,11. ve 12. maddelerinde değişiklik öngörmüştür. 

Tasarının ayrıntıları Meclis‘te okunduktan sonra mebuslar arasında tartışmalar çıktı. Bu tartışmalarda söz alan Hazım Bey, teklif edilen değişikliğe yetkimiz var mıdır diye söze başlamıştır. Devamında bence yoktur demiştir ve bunun için bir kurucu meclis lazımdır diye eklemiştir. Ayrıca yetki varsa bile bunun partide olmayacağını, partide görüşüldükten sonra oturumda kimsenin söz söyleyemediğini, milletin varlığı ile ilgili yasaların açık oturumda serbestçe görüşülmesi ve her şeyden önce hükümet bunalımının giderilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hazım Bey‘e cevap veren Yunus Nadi Bey, TBMM‘nin anayasa yapmaya yetkili olduğunu, Başkan Paşa‘dan hükümet bunalımı için yol göstermesini kendilerinin istediğini ve onun da bu öneriyi sunduğunu, önerilen biçimin eskiden beri var olduğunu ve bunu açıklayıp daha belirgin hale getireceklerini söylemişti. Bundan sonra değiştirilmesi istenilen maddeler tek tek tartışıldı. 

Hazım Bey, Meclis Başkanlığına verdiği teklifte 11. maddenin daha sonra müzakere edilmek ve incelenmek üzere şimdilik ertelenmesini istedi ancak bu önerisi kabul edilmedi. Hazım Bey, dünyadaki cumhuriyetlerde böyle bir usul olmadığı ve Cumhurbaşkanının hem yasama hem de yürütmeye başkanlık edemeyeceğini düşünmüştür. Kendisi bu konuda yalnız olmadığını Mustafa Kemal Paşa‘nın “Kabul edenler ellerini kaldırsın” demesi üzerine kendisiyle beraber on mebusun da ellerini kaldırmadığını, hatta buna onay vermeyenler arasında Fethi Bey‘in de bulunduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa‘nın “İyi anlaşılmadı” diyerek tekrar sorması üzerine kendisi ve diğerlerinin kabul etmediklerini beyan ettiklerini belirtmiştir. Ayrıca Hazım Bey, Cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermeyi kabul eden ve bunun bütün dünyada garip karşılanacağını çok iyi bildiklerini düşündüğü Ağaoğlu Ahmet Bey ve Yusuf Kemal Bey‘i eleştirmiştir. Buna ek olarak bu haklı ve iyi niyetli karşı çıkışının Mustafa Kemal Paşa‘nın kendisine gücenmesine bir başlangıç olduğunu ifade etmiştir. Hazım Bey‘in muhalefeti, bütün maddelerin önce tek tek sonra da bir bütün olarak kabul edilmesine engel teşkil etmedi. Netice itibariyle alkış sesleri arasında TBMM‘de 29 Ekim 1923‘te saat 20.30’da Cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal Paşa da Cumhurbaşkanı seçildi (Demir 2024:151,152).

İstiklal Savaşı‘nın sonunda saltanat ve halifelik makamı ayrılmış ve 1 Kasım 1922‘de saltanat kaldırılmıştı. 18 Kasım 1922‘de Meclis tarafından Abdülmecid Efendi halife seçilmişti. Halife Abdülmecid Efendi bazı halifelik yandaşı hareketlerden de güç alarak kendisine hükümet tarafından verilen yetkinin dışına çıkmıştır ve yabancı devlet temsilciliklerine görevliler göndererek ilişki kurmaya çalışmıştır. Buna ek olarak Mecliste de halifelik lehinde bazı hareketler ortaya çıkmıştı. 5 Aralık 1923‘te Emir Ali ve Ağa Han‘ın Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa‘ya halifeliğin korunması ile ilgili mektuplarının onlara ulaşmadan İstanbul gazetelerinde yayınlanması gergin ortamı daha da arttırmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Ocak 1924’te İzmir’e gitmişti. Orada iken Başvekil İsmet Paşa, Millî Savunma Bakanı Kazım Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile görüşerek halifeliğin kaldırılması fikrinde birleştiler. Urfa Mebusu Şeyh Saffet ve kırk bir mebusun verdiği önergeyle, on üç maddelik yasa tasarısı kabul edildi ve 3 Mart 1924‘te halifelik kaldırıldı. 

Hazım Bey tartışmalar sırasında ikinci maddenin düzeltilerek halifenin, Osmanlı Hanedanının bütün erkek üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti‘nde yaşamak hakkından sonsuza kadar mahrum kalma durumunun değiştirilmesini talep etmişti. Ona göre birinci madde kabul edilmekle asıl amaç gerçekleştirilmişti. Kadınlar ve damatlar hak iddia etmeyeceklerini kabul etmişler, bununla beraber suç da işlememişlerdi. Dolayısıyla vatandaşlık haklarından mahrum kalacakları bir neden yoktu. Ayrıca bu damatlar arasında ülkeye yararlı adamlar da vardı. Plevne kahramanı Osman Paşa’nın oğlu ve Arif Hikmet Paşa bunlardandı ancak ikinci maddenin değiştirilmesi ile ilgili teklifi reddedildi. Falih Rıfkı Bey, Hazım Bey‘in Damat Arif Hikmet Paşa’nın Padişah Vahdettin‘e idamdan kurtulması meselesi üzerinde durarak “Hazım Bey sonra İkinci Meclise mebus geldi. Cumhuriyetin ilanı kanunu konuşulduğu sırada, kürsüye çıktı, memleketten gönderilecek hanedan azalarından, damatların çıkarılmaması için birkaç söz söyledi: -Vay hanedancı… Vay mürteci… Sesleri arasında nutkunu tamamlayamadı. Nasıl bir borç ödemek istediğini yalnız ben bilirim.” demiştir. Neticede kanun kapsamında kadınların ve damatların da vatandaşlıktan çıkarılması kesinleşmişti. 

Hilafetin kaldırılması için yapılan kanunda Hazım Bey bazı değişiklikler teklif etmiş ancak bu teklif kabul edilmemişti. Bu konuda 27 Aralık‘ta Mecliste yeni bir teklifte bulunarak Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılan Osmanlı Hanedanı‘nın sahip olduğu gayrimenkullerin satışı hakkındaki kanunun yedinci maddesinin düzeltilmesini talep etmişti. Bu teklif kendisinin de reisi olduğu Layiha Encümenine havale edilmişti. Konu 5 Ocak 1925‘te yeniden gündeme alındı. Hazım Bey yaptığı konuşmada Layiha Encümeninin teklifini neden reddettiğini anlayamadığını söylemiştir. Ona göre teklifinde hukuka ve kanunlara aykırı bir şey yoktur. Satılacak gayrimenkul malların içinde damatların kişisel Emlakları da vardı ve bu emlâk babalarından kalmıştı. Hâlbuki bu damatlardan bir kısmının eşleri uzun zaman önce vefat etmiş ve hatta çocukları da yoktu. Kanuna göre hanedana mensup bir kadın ve ona bağlı olarak kocası de gidecekti. Kadın ölmüş olursa, o adam başkasıyla evlenmiş ise yine gönderilmekteydi ve şimdi malı da satılmıştır. Hazım Bey, 10-20-30-40 yıl önce bir kadınla evlenmenin nasıl bir suç sayılabileceğini sorarak, bu bir suçsa bile aradan bu kadar zaman geçtiğini ve genel aflar çıkarıldığını, bundan da yararlanamazlarsa zaman aşımının var olduğunu belirtmiştir (Demir 2024:154,155).

Hazım Tepeyran devlet ve siyaset adamlığının yanında edebiyat dünyasında da saygınlık ve itibar görmüş bir edebiyat insanıdır. Fevkalade düzeyde yazar ve şairdir. Birçok kitabı edebiyatımıza kazandırmıştır. 

Eserleri şunlardır: “EbubekirHâzımTepeyran-Hatıraları”, “Zalimane Bir İdam Hükmü”, “Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları”, “Eski Şeyler”, “Küçük Paşa”, “LesFleursDégénérés”, “Kar Çiçekleri”, “İdarî-İctimaîSanihat”. (https://tr.wikipedia.org/wiki/ n

(Fotoğraf: Serveti-funun-414-sayi-s373)

83 yaşındayken 1947 yılında İstanbul’da vefat etti. Kabri Erenköy’de bulunan aile mezarlığında bulunmaktadır.

HAFTAYA, ETHEM ONBAŞI


Yazının Devamı

AYHAN ŞAHENK

⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠

(Ayhan Şahenk)(1929- 2001)


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan altı yıl geçmesinden sonra 1929 yılında küçük bir Anadolu şehri olan Niğde’de dünyaya gelmiştir. I. Dünya Savaşı ve sonrasında Kurtuluş Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti yıkılmış ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Ülkenin nüfusunun büyük bölümü savaşlarda şehit olmuştur. Bu yüzden ülkenin nüfusu da oldukça azdır. Savaş yorgunu olan ülkenin ekonomisi de zor durumdadır.

            Ayhan Şahenk işte böyle bir ortamda dünyaya gelmiştir. Dokuz yaşındayken Türkiye’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk vefat etmiştir. Ayhan Şahenk çocukluk yıllarında II. Dünya Savaşına da şahit olmuştur. II. Dünya Savaşının en ağır dönemlerinde karne ile ekmek dağıtıldığı bir dönemi bizzat yaşamıştır. Türkiye II. Dünya Savaşına girmese bile savaşın ağır ekonomik koşullarını yaşamıştır. Ayhan Şahenk gençlik yıllarına geldiğinde Türkiye tek partili hayattan çok partili hayata geçmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu güne iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı Demokrat Partiye teslim etmiştir.

            İşte takvimler 1950’li yılını gösterdiğinde Ayhan Şahenk Ankara Üniversitesinde okuyan bir öğrencidir. Ayhan Şahenk; iş hayatına 13 Mart 1950'de Aydın/Çivril'deki Işıklı Göl ikinci kısım inşaatında başladı. Ankara Hukuk Fakültesinde hukukçu olmaya adaydı. Sömestr tatilinde eniştesi İnş. Yük. Müh. Reşat Azizoğlu'nun çağrısıyla şantiyeye gitti. Puantörlük, muhasebecilik, makine onarımı, planlama, alacak-verecek işleri dâhil inşaat müteahhitliğine işin mutfağından başladı. Doğayı tutku derecesinde seven Ayhan Şahenk şantiyelerden ayrılamadı ve kendi deyimiyle tam 18 yıl çizmelerini çıkarmadı. Kalkınmanın görünmez gücü ağır inşaat altyapı sektöründe, önceleri yönetici ve yapımcı olarak çalıştı, ortaklıklarla sürdürdü ve 17.06.1966'da Doğuş İnş. ve Tic. A.Ş.'yi kurdu.

(http://www.ayhansahenkvakfi.org.tr/html/ayhan_sahenk.html)

            İş hayatında başarılı olduğunu gören Ayhan Şahenk ticaretini iyice geliştirmeye ve büyütmeye başladı. Tarihler 1975 yılını gösterdiğinde Doğuş Holding A.Ş’yi kurdu.

 Ayhan Şahenk ‘in finans sektörüne yaklaşımı da 1950'li yıllarda başladı. İş dünyasında gelişmenin, güçlenmenin ve büyümenin mali kurumlarla ve finans sektörü ile bağlantılarını çok genç yaşlarda gözlemleyen, 1960'lı yıllarda arkadaşı Cahit Erginkan'dan 300.000 TL Yapı ve Kredi hisselerini alan Şahenk; 1970'li yıllarda, Türk özel bankacılığının unutulmaz ismi Kâzım Taşkent'in kurmuş olduğu, Türkiye'nin ilk özel bankasının (Yapı Kredi Bankası), en yüksek oranlı hissedarıydı. 1979'da Yapı ve Kredi hisselerinin önemli bir bölümünü Çukurova Grubu'na devretti ve İmar Bankasını devraldı, daha sonra Koç ve Sabancı Gruplarından Ekim 1983'de Garanti Bankası hisselerini aldı. 1984 Ekim'inde de İmar Bankası'nı Uzan Grubu'na sattı. 1980'li yıllarda, Türkiye'de "Pazar Ekonomisi" sistemi yürürlüğe girdi. Tüm sektörlerde var olmanın, büyümenin ve başarının kaynağı; ekonomide var olmak, ekonomide büyümek, ekonomide başarılı olmaktı. Ayhan Şahenk ağırlığı finans sektörüne verdi ve bu sektördeki pek çok kuruluşa ortak oldu. (http://www.ayhansahenkvakfi.org.tr/html/ayhan_sahenk.html)

Ayhan Şahenk, Otomotiv sektöründeki girişimlerine 1987'de Genoto'yu satın olarak başladı. General Motors ve Opel temsilcilikleriyle devam eden otomotiv çalışmaları; Audi, Seat, Skoda, Porsche otomobillerinin ve Scania kamyonlarının distribütörlüğüyle gelişti. Bu markalar arasına Volkswagen'in katılımıyla 1999'da Doğuş Otomotiv Holding A.Ş. kuruldu.

1991 yılı, dünya siyasi tarihi ve coğrafyasında önemli gelişmelere tanık olmuştu. Serbest pazar ekonomisinin yaygınlaşması, sınırsız ekonomiye yöneliş, bilgi çağı telekomünikasyon çağı, yeni ekonomik bir dönem başlattı.

Doğuş Grubu Şirketleri değişim ve uyum içeren yeni bir yapılanmaya yöneldi. Dikkatler yeni sektörlerde, iletişim ve hizmet sektöründe odaklaştı,

Ayhan Şahenk ve Aydın Doğan, 16.09.1993'de DTV Haber ve Görsel Yayıncılık A.Ş. adı altında Kanal D'ye iştirak ettiler. Doğuş Grubu Kanal D hisselerinin tamamı 1995'de Doğan grubuna devretti. Tematik TV, çağrı merkezi, kredi kartları, ATM makineleri, internet gibi iletişim ve erişim kanalları alt yapısı Doğuş Grubu bünyesinde oluşturuldu. Amaç, iletişim ve bilginin esas alındığı yeni yüzyıl ekonomisinde, bireye ulaşacak tüm dağıtım kanallarıyla aktif olmak, üretimle tüketiciyi yakınlaştırmaktı.

İxir Uluslararası Elektronik Ticaret Bilgisayar ve Haberleşme A.Ş.'nin kurulması (1999), Doğuş Grubu İletişim ve Yayıncılık A.Ş.'nin kurulması (1999) Sebit Eğitim ve Bilgi Teknolojileri A.Ş.'nin satın alınması (1999), E Haber Ajansı Reklam ve Ticaret A.Ş., CNBC-E (1999) ve NTV Haber Ajansı Rekl. ve Tic. A.Ş'nin (1999) Doğuş Grubuna katılımları ile Şahenk, yaşamı boyunca tüm işlerinde öncelik tanıdığı teknoloji ve iletişimin gücüne olan inancını bir kere daha kanıtlamıştır.(http://www.ayhansahenkvakfi.org.tr)

Ayhan Şahenk ilkeli, basiretli, ahlaklı duruşuyla birçok genç girişimciye rol model olmuştur. Kurmuş olduğu şirketlerde binlerce istihdam sağlamıştır. Yapmış olduğu işlerden hatırı sayılır vergiler ödeyerek ülke ekonomisine katkı sağlamıştır. İnşaat sektörü, finans sektörü, medya ve TV sektörü, gıda sektörü ve otomotiv sektörü gibi birçok sektörde kurmuş olduğu şirketlerde ülkemizin ticaretine lokomotif olmuştur. 

Ayhan Şahenk kurmuş olduğu vakıf ile birçok sosyal içerikli projeye de imza atmıştır. Dar gelirli öğrencilerin okutulmasından çevre ve doğa içerikli organizasyonlarına kadar birçok proje gerçekleştirmiştir.

            Ayhan Şahenk her zaman Niğde sevdasıyla yaşamıştır. Elinden geldiği kadar Niğde ile iletişim halinde olmuştur. Niğde’nin gelişimi için her daim bir şeyler yapma isteğinde bulunmuştur. Kurmuş olduğu Ayhan Şahenk Vakfı ile her Ramazan Ayında yoksul ve dar gelirli ailelere yardımda bulunmuştur. Babasının adıyla Faik Şahenk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesini yaptırmıştır. Yine babasının adıyla Niğde şehir merkezine bir kütüphane yaptırmıştır. Vefatından sonra oğlu Ferit Şahenk tarafından Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesine babasının adıyla Ayhan Şahenk Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesini yaptırmıştır. Yine Ayhan Şahenk ismiyle öğrenci yurdu yaptırmışlardır. Tarım Bilimleri Fakültesinde okuyan öğrencilere öğrenimleri bitene kadar aylık olarak burs vermektedirler. Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesine modern konferans ve sempozyum merkezi de kazandırmışlardır.

            Ayhan Şahenk 2 Nisan 2001 tarihinde geçirmiş olduğu kalp krizi sonucu 72 yaşında İstanbul’da vefat etmiştir. Ayhan Şahenk kendi vasiyeti üzerine doğduğu ve büyüdüğü, sevdalısı olduğu Niğde’ye defin olmuştur. Kabri Niğde şehir merkezinde bulunmaktadır.




                                                                       HAFTAYA DOĞAN BARAN 


Yazının Devamı
Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır Dada Medya
Web Tasarım - Sosyal Medya Yönetimi - Reklam Ajansı - Video Çekim - Grafik Tasarım - Niğde Ajans